13 Kasım 2012 Salı

ahmet hamdi tanpınar - huzur


tanpınar üstada devam. kapsamlı bir dosya ile hem de. içime sindi, hem de çok. insanın kendini övüp, övmemesi gerektiği meselesi yüzyıllardır devam eden bir tatışma konusu, etsin. ancak iyi iş(çilik) çıkardım be yav !

 efendim, huzur 1949 yılında yazılmış. tanpınar'ın ilk romanı olma özelliği taşıyor. mehmet kaplan romana giriş yazısında tanpınar'ı anlamak için yazdıklarını dura dura, sindire sindire okumak gerektiğini ifade ediyor. çok yerinde bir hatırlatma ve tespit. evet tanpınar'ı bi hakkın anlamak için onu içşelleştirerek okumak lazım, zira o bir nesir, bir söz ustası. ben de öyle yaptım, acele etmeden, satırların altını çizerek ve tespitleri üzerinde düşünerek okudum. o kadar çok yazacak malzeme çıktı ki... kitap satırlarının altı çizilmekten rengarenk. neler mi çıkardım, yazayım;

öncelikle, tanpınar okumak bir estetik bir zevk. dünya gözüyle herkesin henüz hayattayken bir tanpınar romanı okumasında fayda var. bir yazı ve fikir işçisi görürsünüz karşınızda. kelime dağarcığı çok zengin. doğu dillerinden (arapça, farsça) vokabülerinin yanında; batı dillerinden (ingilizce, fransızca) kelimeleri de aynı ustalıkla kullanabiliyor. anlatımı çok sahici ve güçlü. psikolojik tahlilleri çok katmanlı ve derinlikli.

tanpınar, kitabın asıl konusu olan mümtaz ile nuran'ın aşkını anlatmaya şu sözlerle başlar: "bu, dünyanın en basit, adeta bir cebir muadelesini hatırlatacak kadar basit, bir aşk hikayesidir." (s. 73) tabi yazarın sözlerine öyle hemen aldanmamakta fayda var. zira aşk da, anlatımı da hiç basit değil. oldukça zahmet ve emek gerektiren bir aşk hikayesi var huzur'da.

mümtaz ile nuran'ın aşklarını okurken; aklımdan sürekli orhan pamuk ve masumiyet müzesi geçmedi değil. duygu yoğunlukları, aşka saplantılı bakışları ve acı çekmeleri o kadar benziyor ki. pamuk'un masumiyet müzesi romanını yazarken huzur'dan etkilenmediğini söylemek saf dillik olur. hatta ikisini peş peşe okumakta fayda var. kıyaslamalı bir çalışma konusu bile olabilir.

huzur, form olarak dört bölüme ayrılır. sırasıyla ihsan, nuran, suat ve mümtaz. bunlar aynı zamanda romanda etraflıca anlatılan karakterlerdir. tanpınar, bu karakterleri kendi isimleri olan bölümlerde derinleştirir ve hikayeyi onların bakış açısıyla anlatmaya çalışır.

huzur'da zaman olarak;  ikinci dünya harbi dönemleri ele alınır. roman da harb ve psiklolojisi, olup olmayacağı etraflıca anlatılır. mekan olarak; istanbul, boğaz, emirgan, yalılar, konaklar... seçilmiştir.

huzur romanı, bir aşk romanı olmasının yanında imparatorluk bakiyesi türkiye'nin bunalımları, çıkmazları, tanpınar'ınn ifadesiyle ikilikleri, doğu- batı münasebetleri, doğululuk-batılık problemi, yanlış batılılaşma, redd-i miras, taklidi batılık gibi ontolojik konuları da derinlikli olarak işler. tanpınar, doğu- batı arasında sıkışıp kalmış yeni türkiye'nin fertlerine tavsiyelerde bulunmayı ihmal etmez. kahramanları vasıtasıyla bu sancılı fikirleri tartışır ve çözüm bulmaya çalışır.

huzur'un kelime kadrosunu saymaya kalkarsak; istanbul, emirgan, kandilli, üsküdar, boğaz, lüfer, musiki, dede efendi, mahur beste, acemaşiran, ferahfeza, sultaniyegah, mümtaz, nuran, ihsan, suat, macide, medeniyet kelimeleri sayılabilir.

mahur beste: huzur'da bir küçük hikaye
huzur'da 13 yıl sonra yazacağı romanı olan mahur beste'nin de bir nüve olarak geçtiğini görüyoruz. tanpınar kısaca değindiği bu hikayeden, sonrasında kocaman bir roman çıkarır. huzur'da anlatılan mahur beste hikayesi şöyledir: kahramanımız mümtaz bir eskici dükkanında gördüğü behçet bey'i bize tanıtır ve der ki: "behçet bey yirmi sene boyunca karısını kendisinden, sonra da doktor refik'ten kıskandı. bu kıskançlık yüzünden refik'i saraya jurnalledi. sürgündeki refik'in ölümünden yılarca kendisini sorumlu tuttu. karısı atiye ölüm döşeğinde aşığı refikle olan mahur beste'sini söylemeye çalıştı ancak behçet kıskançlıktan karısının ağzını sıkıca tuttu ve onun da ölümüne sebebiyet verdi." mahur beste, huzurdaki kahramanımız mümtazın aşık olduğu kadın olan nuran'ın dedesi olan talat bey'e ait bir bestedir.

tanpınar'ın musıki hakkındaki düşünceleri;
günümüzün şikayet mevzularından biri olan piyasa müziği, o günün de dertlerinden biridir. tanpınar yozlaşan müzik kültürüne alternatif bir reçete sunar. listesinde; dede efendi, seyid nuh, ebubekir ağa, hafız post, aziz dede, zekai dede, ismail dede, ıtri, sadullah ağa, basmacızade, kömürcü hafız, murad ağa, abdulkadir-i meragi, münir nurettin vardır... (bunları teker teker bulup dinlemek artık ödev oldu)

tanpınarda geçen musıki makamları: dügah, kürdi, rast, çargah, gerdaniye, saba, acem, ferahfezad, mahur...(s.266-275)

mümtaz'a göre;  "istanbul peysajı, bütün medeniyetimiz, kirimiz, pasımız, güzel taraflarımız, hepsi musıkidedir." (s.170)

"halkımıza ve hayatımıza ne kadar yaklaşırsak o kadar mesut olacağız. biz bu türkülerin milletiyiz.(s.303)

tanpınar eskileri anlatırken; "onların tek sahibi bizleriz. onlara hayatımızda pay vermezsek tek yaşama haklarını kaybedecekler... zavallı dedelerimiz, musıkişinaslarımız, şairlerimiz, adı bize kadar gelen herkes hayatımızı süslememizi o kadar iştiyakla bekliyorlar ki... en umulmadık yerde karşımıza çıkıyorlar." (s. 174)

huzur'da erken ve yanlış batılılaşma:
"hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleridir. bu insanlara yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlara hayata tahammül etmek kudretini veren eskilerini bozmak neye yarar. (s.190)

"maziyi ihmal edersek, hayatımız da ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder, terkibin içine ister istemez sokacağız. o kendisinden gelmemiz lazım gelen bir şeydir. bu devam fikrine bir vehim de olsa muhtacız. kaldı ki dün doğmadık. en çetin realitemiz budur. sonra hangi köklere gideceğiz? halk ve halkın hayatı bazen bir hazine, bazen de bir seraptır. uzaktan namütenahi görünür, fakat yaklaştın mı beş on motifin ve modanın içinde kalırsın..." (s.251)

"biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz. kendimizi sevmiyoruz. kafamız bir yığın mukayeselerle dolu. dede'yi wagner olmadığı için, yunus'u verlaine, baki'yi goethe ve gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. uçsuz bucaksız asya'nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz halde çırçıplak yaşıyoruz.... başka milletlerin tecrübesini yaşamağa çalışıyoruz." (s. 251-252)

"şarkla garp birbirinden ayrı. biz ikisini birleştirmek istedik. hatta bunda yeni bir fikir bulduğumuzu bile sandık. halbuki tecrübe daima yapılmış, daima iki çehreli insanlar vermişti... daima akdenizli bir tarafımız bulunacağı gibi, daima şarklı bir tarafımızda kalacak. (s. 368-369)

tanpınar'da doğu- batı, eski- yeni sorunu:
"eski her zaman yanı başımızda duruyor.bir yığın yarı ölü şekiller hayata müdahaleye hazır bekliyor. diğer taraftan yeni ile, garb ile münasebetimiz sadece akan bir nehre sonradan eklemlenmekle kalıyor. halbuki su değiliz. insan cemaaatiyiz ve bir nehre katılmıyoruz. bir medeniyeti kültürüyle benimsiyoruz. onun için de bir hususi hüvviyet olmamız lazım. halbuki bugün ondan dışa ait icapları kabulden ileri gidemiyor, insanı ihmal ediyoruz. yeniye başından itibaren bizim olmadığı için şüphe ile, eskiye eski olduğu için işe yaramaz gözüyle bakıyoruz... sanatımızda eğlencemizde, ahlakımızda, muaşeretimizde, istikbal tasavvurlarımızda daima bu ikilik karşımıza çıkıyor. satıhta yaşarken mesut oluyoruz. derine iner inmez kayıtsızlık ve kötümserlik başlıyor. hiçbir kabile tanrısız olmaz. biz tanrılarımızı yaratmak, yahut yeniden bulmak mecburiyetindeyiz. her milletten fazla şuurlu ve iradeli olmamız lazım." (s.247)

"sonrada kendimize mahsus, şartlarımıza uygun yeni bir hayat kurmağa çalışacağız. hayat bizimdir, ona istediğimiz şekli vereceğiz. ve o şeklini alırken, kendi şarkısını yapacak. fakat fikre ve sanata hiç karışmayacağız. onları hür bırakacağız. çünkü onlar hürriyet, mutlak hürriyet isterler... hele mazi ile bağlarımızı kesmek, garba kendimizi kapatmak! asla! ne zannediyorsunuz bizi! biz şarkın en klasik zevkli milletiyiz. her şey bizden devam istiyor. -eskiyi devam ettirdikten sonra yeni hayat şekli aramak ne için? - hayatımızın henüz şekli yok da onun için. - o halde maziyi tasfiye ediyoruz. - elbette. fakat icap eden yerlerde. ölü kökleri atacağız." (s. 247 ?)

"birisi eski medeniyetin enkazı, öbürü yeni bir medeniyetin henüz taşınmış kiracısı olmasınlar. ikisinin arasında bir kaynaşma lazım." (s.251)

huzur'da türklük, türkiyelilik:
"bugün bir insan türkiye'yi her şey olabilir sanabilir. halbuki türkiye yalnız bir şey olmalıdır; o da türkiye. bu ancak kendi şartları içinde yürümesiyle kabildir. bizim ise elimizde adetten ve isimden başka bir şey, müspet bir şey yok. cemaatimizin adını biliyoruz, bir de nüfus ve vatan genişliğini...bir imparatorluğun tasfiyesinden doğduk. bu imparatorluk eski bir çiftçi imparatorluğuydu." (s.247)

"yeni türk insanının ölçülerini kim biliyor? yalnız bir şeyi biliyoruz. o da birtakım köklere dayanmak zarureti. tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti. bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz." (s.250)

tanpınar'dan bir aydın basireti, vizyonu:
"dar muhitlerin dışında, eskilerden zevk alan gittikçe azalıyor. biz galiba son halkayız. yarın bir nedim, nef'i hatta bize o kadar çekici gelen eski musıki, ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek". (s. 251)  (ne diyelim haklısın üstad, valla aynen öyle oldu.)

huzur'da yahya kemal sesleri:
huzur'da tanpınar, hocası olan yahya kemal'i selamlamaktadır. yazar, özellikle bazı noktalarda yahya kemal'i ihsan karakteriyle özdeşleştirmekten geri durmamıştır. özellikle ihsan'ı tanıttığı bir kaç yerde şu minvalde sözler söyler: "gençliğinin en parlak ve verimli döneminde yedi sene paris'te öğrenim görmüş, batı klasiklerini yutmuş, fransız şairlerden baudleire, verlaine, mallarme'yi hatmetmiştir. sonra memleketine döndüğünde batılıların hepsini , en sevdiği şairleri bile bırakmıştı. garip bir şekilde kendimize ait olan şeylerle uğraşmış, yalnız onları sevmeye çalışmıştı. bir nevi kendi kaynaklarına dönmüştü. baki'yi, galib'i, nef'iyi, naili'yi, nedim'i, dede efendi'yi, ıtri'yi anlamaya ve tatmaya kendini vermişti." (s. 40- 187)

yazar, hocası olan yahya kemal'in şiir dizelerini mümtaz'a söyletmeyi ihmal etmemektedir:
günler kısaldı, kanlıca'nın ihtiyarları
bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları (s. 211)
sonrada şu yorumu yaptırır mümtaza: "çok büyük bir şey. hiç değişmeyecek bir şey yakalamış. bu sonbahar saati ancak böyle anlatılabilirdi." (tanpınar bu sözleri yazdığında yahya kemal, halen hayattadır. kendisi için ne büyük bahtiyarlık olsa gerek)

"yahya kemal, bizim romanımız, şarkılarımızdır. diyordu hakkı da var." (s. 244)

"işte yahya kemal'le zevkimize gelen o saf şeklinde eskiyi aramak ve duymak arzusu onda yoktu." (s. 263)

tanpınar mizahı:
tanpınar'da güçlü bir espri ve mizah anlayışı vardır. işte bunlara bir kaç misal;
" mümtaz, kendisinden para isteyen dilenciye bakar. dilenci belden aşağısı sakat olan ve ellerine geçirdiği takunyalarla yürüyen biridir. mümtaz dilenciyi şu şekilde tasvir eder: "bu haliyle daha ziyade bir kabusu, yarım doğmuş bir fikri canlandırıyordu."

 "ah bu yoldan çıkabilseydi. fakat yürüyebilmesi için yolun ayaklarının altından kaymaması, olduğu yerde durması lazımdı."

tanpınar'dan muzip bir, kadın betimlemesi: "sarışın, iri kemikli, dolgun göğüslü, hülasa, malzeme itibariyle oldukçe zengin ve sağlam."

türk edebiyatında sıra dışı bir karakter: yaşar bey
tanpınar'ın türk edebiyatına kazandırdığı belki de en enteresan karakter; yaşar bey karakteridir. yaşar bey bir ilaçkolik, yani ilaç bağımlısıdır.
"altı senelik sabırlı bir çalışma sayesinde başkalarında kendiliğinden olan birçok şeyler onda ilaçla olmaktadır. yaşar bey ilaçla uyur, uyanıklığın vuzuhuna, kalkar kalkmaz aldığı bir kaç aspirinle erer, ilaçla iştahını açar, ilaçla hazmeder, ilaçla dışarıya çıkar, ilaçla aşk yapar, ilaçla arzulardı. rochei, bayer, merck gibi firmalar onun hayatının belli başlı yardımcılarıydı." (s.159)

"yaşar bey ilaçlardan bahsederken en istiareli dilleri kullanır. c vitamini aldım diyeceği yerde, seksen beş kuruşa bir milyon portakal aldım der... günün saatleri alacağı ilaçlara göre taksim edilmişti. - lütfen hatırlatın,  saat tam üçte pepsin'imi alacağım. urotropin almayı unutmuşum, allah vere de bir manasızlık çıkmasa." (s.160)

ahmet hamdi tanpınar'a doyum olmaz. her biri bir vecize olan sözlerinden sadece bir seçki mahiyetinde;
tanpınar'dan inciler:
* fakat bizim memlekette aranan kaybolur. şark oturup beklemenin yeridir. biraz sabırla her şey ayağınıza gelir. (s.10)
* mümtaz etrafına bir sene evveline dönmek için, en kısa bir yol arar gibi bakındı. (s.20)
* devam etmesi lazım gelen işte bu türküdür. çocuklarımızın bu türküyü söyleyerek, bu oyunu oynayarak büyümesi... her şey değişir, değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeylerdir. (s.21)
* çünkü suyun sesi, aşkın, ihtirasın sesinden kuvvetlidir. karanlıkta su sesi insanın içindeki ölüm mayasının dilini konuşur. (s.32)
* annen burada yatıyor demişlerdi. fakat mümtaz bu mezarı bir türlü benimsememişti. o zihninde annesini babasının yanına gömdü. belki de bütün ömrünce ikisini beraber görmeğe alıştığı için, ayrı ayrı yerlerde yattıklarını düşünmek ona ağır geliyordu. (s.35)
* hayır allahtan birşey istemeyecekti artık. onu kaderiyle veya ömrünün arızalarıyla karşılaştırmayacaktı. çünkü istediği şey olmazsa kaybı iki misli olacaktı. (s.44)
* demek ki sade ıstıraplarımız, üzüntülerimiz değil, tesellileri, mukavemet çareleri de miraslarımız arasında. (s.53)
* yatak ve yastık. kaç türlü rüya ve kaç cins uyku vardı burada (s.54)
* mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardı. biri istanbullu olmak, öbürü de boğaz'da yetişmek. üçüncü ve en büyük şartı tıpkı tıpkısına nuran'a benzemek, nuran gibi konuşmak, nuran gibi...(s.75)
* harbin, ihtilalin korkunç tarafı, asırlarca gayretle, terbiye ile, kültürle yendik sandığımız bu kaba kudreti birden bire başı boş bırakmasıdır. (s.93)
* konuşurken ihsan'ın repertuvarını sarf ettiğinin farkındaydı. - demek ki satıhtayım... daha kendimi bulamadım. (s.110)
* bir kadın tarafından sevilmek o kadar tabii bir şeydi. kendisinden yüz binlerce sene evvel başlayan bir tecrübe idi. fakat ölüm gibi, hastalık gibi, ancak şahsımızda duyduğumuz zaman tamamlanan bir tecrübe. (s.134)
* mümtaz için nuran'ın yaşadığı ev, tıpkı acemaşiran bestenin son beytinde anlattığı cennetti. (s.151)
* üsküdar'da hakiki kadın saltanatı var. (s.168)
* niçin bugünü yaşamıyorsun, mümtaz? neden ya mazidesin, ya istikbaldesin. bu saat de var. (s. 180)
* artık zihnimde değil, senin vücudunda düşünüyorum. şimdi vücudun düşüncemin evidir. (s.180)
* kendimizi tanımamızı ve sevmemizi istiyorum... ancak bu suretle insanı bulabiliriz. kendimizi bulabiliriz. (s.245)
* işte bu şarktı. mümtaz'a göre hem şifasız hastalığımız, hem de tükenmez kudretimiz olan şark! (s. 260)
* çabuk vazgeçiyoruz. müslüman şarkın en büyük hususiyeti budur. şark vazgeçer. sade güçlünün karşısında değil, zamanın, tabii zamanın karşısında vazgeçer.(s.323)
* hislerinin değil, düşüncelerinin adamı olman lazım. (s. 333)
* milli olan her şey güzel ve iyidir, ve sonuna kadar devam etmesi lazımdır. (s.345)
* huzur, iç rahatı... (s. 353)
* karşımda akşamı hazırlıyorlardı. tıpkı bir tiyatro dekoru gibi. evvela büyük, çok büyük kalaslar getirdiler. fakat ne kadar renkli şeylerdi. mor, kırmızı, lacivert, pembe, yeşil kalaslar. sonra onları birbirine çaktılar. güneşi asacağız buraya, diyorlardı. (s. 366)
* ya hep, ya hiç. hayır! her şeyden biraz. (s.375)
* istanbul, istanbul diyordu. istanbul'u tanımadıkça kendimizi bulamayız. (s.168) (hangisine kıyak geçerek, koyulaştıracağıma karar veremedim, ikisi de birbirinden çarpıcı sözler.)


7 Kasım 2012 Çarşamba

ahmet hamdi tanpınar - mahur beste


ahmet hamdi tanpınar'ın mahur beste'si, büyük bir zevkle ve zaman zaman kahkahalar eşliğinde okuduğum bir roman oldu. tanpınar'da inanılmaz bir mizah yeteneği var. nedense oğuz atay'a benzettim bu yönüyle. ikisinde  de kıvrak bir zeka ve eğlenceli bir anlatım var.

mahur beste, behçet bey'i ve hayatı etrafında oluşan kimlikleri, olayları anlatan bir romandır. roman, hakim bakış açısı anlatım tekniği ile yazılmıştır. yani olaylar bizzat yazarın ağzından anlatılmakta. olayın anlatıldığı zaman dilimi olarak ikinci abdülhamit, istibdat dönemi seçilmiştir. romanın kahraman kadrosu olarak; behçet'in babası, güçlü karakter yapısıyla ismail molla, kayın babası, muhteris ve dedikoducu kimliğiyle ata molla ve behçet'in güzelliği ve alımıyla kendine fazla gelen karısı atiye hanım sayılabilir.

mahur beste, olay örgülerinden ziyade karakter tahlilleriyle ön plana çıkan bir roman. tanpınar'ın gözlemleri ve incelikli karakter tahlilleri okunmaya değer. romandaki karakterler kurmaca karakterler olmaktan çok, hayattan alınmış kanlı, canlı karakterler. bu yönüyle  sahiciler. mahur beste'yi okuduğumuzda bu karakterlerin aslında sokakta her an rastlayabileceğimiz, tanıdığımız kişiler olduğu fark edilebilir.

behçet'in doğuştan zayıf, çelimsiz, ihtirassız oluşu tanpınar tasvirleriyle okunmaya değer. babası ismail molla'nın güçlü ve baskın kişiliği nedeniyle oğlunu sevmemesi ve sonraları oğlunu böyle kabul edip ona acıması, eşsiz bir anlatıma sahip. behçet'in karısı atiye'yi kendisine fazla görmesi, onun karşısında komplekse girmesi ve kendini küçük görmesi iç burkucu. atiye'nin iyi bir evlilik yapması için bütün özelliklere sahipken, kendisini behçet'le yatak odasında bulduğu düğün gecesi sahnesi unutulmayacak olan roman sahnelerinden biri.

romandaki mizah unsurları ince bir zeka ürünü. müthiş ironik. mesela aklıma ilk gelen, çok güldüğüm diyaloglardan biri: kalfalar ismail molla'ya oğlu behçet'in ne kadar terbiyeli ve utangaç olduğunu anlatırlar. derler ki ; bütün beyoğlu kadınları behçet'in önünde soyunsa behçet başını önüne eğer ve hiçbirine bakmaz. bunun üzerine ismail molla sinir krizi geçirerek: eğer gerçekten öyleyse, allah sizin de onun da belasını versin.

ironik ve mizahi bir diğer anlatım: ata molla satranç sever biri olarak satrançtan anladığını söyleyen bir köle alır konağa. ne var ki aldığı köleye muntazam olarak yenilmektir. iki yıl geçtikten sonra ata molla ölür. damatlardan biri ölümünden köleyi sorumlu tutar. köleye satrançta haddini bildirmek için onu kendi konağına  alır ve kayın pederiyle aynı akıbeti paylaşır: satrançta köleye muntazam olarak yenilmek.

mahur beste, tanzimat dönemini konu alır. modernleşme çabaları, batıyı taklitten öteye geçmez. bununla ilgili roman karakterlerinden sabri hoca'nın yerinde bir tespiti vardır: "bizler batılılaşmayı üzerimizdeki gömleği çıkarmak sanıyoruz. ne var ki gömlekleri çıkardıkça bunun yetmeyeceğini anlamıyoruz. önemli olan dıştaki gömleği çıkarmak değil, içimizdekileri değiştirmeye çalışmaktır." minvalindeki sözleriyle osmanlı batlılaşmasının sathiliğine vurgu yapılmıştır.

romanda mahur beste'nin bestekarının talat bey olduğu yazılı. mahur beste'nin acıklı bir öyküsü vardır. bestekar talat bey'in çok sevdiği genç karısı bir arap subayıyla kaçmıştır. ayrılık acısına dayanamayan talat bey mahur beste'yi bitirdiği gün trajik bir haber alır; karısı ölmüştür.

mahur beste demişken attila ilhan'ın darağacında can veren üç yiğit (deniz gezmiş, hüseyin inan, yusuf arslan) için yazdığı ve rahmetli ahmet kaya'nın da muhteşem yorumladığı mahur beste'yi anmamak olmaz. roman bittiğinde dinlenmesi tavsiye olunur.


                          mahur beste
Şenlik dağıldı, bir acı yel kaldı bahçede, yalnız 
O mahur beste çalar, Müjgan'la ben ağlaşırız. 
Gitti dostlar, şölen bitti, ne eski heyecan, ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız,
O mahur beste çalar, Müjgan'la ben ağlaşırız.


Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı.

Güneşten ışık yontarlardı, sert adamlardı.
Hoyrattı gülüşleri, aydınlığı çalkalardı. 
Gittiler, akşam olmadan ortalık karardı. 


Bitmez sazların özlemi, daha sonra daha sonra.

Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara.
                                          attila ilhan.


son söz olarak; 

tanpınar, romanı büyük bestekar ve aynı zamanda mahur beste'nin de bestekarı olan eyyübi bekir ağa'ya ithaf eder.



5 Kasım 2012 Pazartesi

haluk oral - şiir hikayeleri

kitabın yazarı haluk oral boğaziçi'nden emekli bir matematik profesörü. kendisiyle iki gün önce mardin'e gelişinde tanışma fırsatı buldum. üniversitemizde bir kısa bir sunum da yaptılar. haluk oral, matematik aşığı olduğu kadar edebiyat aşığı da olduğunu hatta tavla aşığı oluşundan tutkuyla bahsetti. "ben aşığım bunlara"  derken imrendim doğrusu. ilerlemiş yaşına rağmen tutkusunu, merakını ve heyecanını hiç kaybetmemiş.

şiir hikayeleri, şairlerin şiirlerini hangi saiklerle, kimlere ve nasıl yazdıkları hakkında bilgiler veren bir kitap. haluk oral, şiirler hakkında bilgiler verirken somut delillere başvuruyor. bu deliller arasında mektuplar, şiir karalamaları ve hatıratlar var.

kitapta titizlikle hazırlanmış 10 şiir ve hikayeleri var. bunlar;
özdemir asaf, lavinia
nazım hikmet, kurtuluş savaşı destanı,
ahmet arif, hasretinden prangalar eskittim
melih cevdet anday, tohum
orhan veli, efsane
orhan veli, sere serpe
necip fazıl, kaldırımlar
orhan kemal, bir beyrut hikayesi
ahmet haşim, o belde
yahya kemal, salim rıza'ya rubai

ve oğuz atay'ın tutunamayanlar romanında, sevilisi sevin seydi'nin etkisinin anlatıldığı; son bölüm yer alıyor.

kitabın en ilginç çıkarımlarından biri; nazım hikmet'in "kurtuluş savaşı destanı" şiirinin ilk basımlarında ve şairin el yazmalarında yer alan; akif inanmış adam, büyük şair dizesinin sonraki basımlarda yayınevlerince şiirden çıkarılması ve günümüz yayınlarında bu dizelerin geçmiyor olmasıdır. bu gerçekten enteresan, üzerinde düşünülmesi ve sorgulanması gereken bir ayrıntıdır. diyebilirsiniz ki -nerden biliyorsun belki şair çıkarılmasını istedi. ancak ne yazık ki bu ihtimal doğru gözükmüyor. zira şiiri bastıran üçüncü yayınevi bu dizeleri çıkardıktan sonra, nazım arkadaşına yazmış olduğu mektubunda (üstünden birkaç yıl geçmiş olmasına rağmen) yine bu dizeleri kullanıyor. ayrıca nazım hikmet'in kendi sesinden olan şiirlerinde de bu dizeleri okumaya devam ettiğini görüyoruz. farklı ve hatta rakip ideolojilerin temsilcileri konumundaki nazım'ın "akif' inanmış adam, büyük şair" demesi kanımca paha biçilmez değer ve önemdedir.

kitapta; ayrıca lavinia'nın gerçek kimliği, sere serpe'nin kimin için yazılmış olduğu, kaldırımların hangi psikoloji sonucu ortaya çıktığı anlatılıyor. özellikle lise ve üniversite öğrencilerinin şiirle ve edebiyatla olan bağlarını güçlendirmek ve onları şiire ısıtmak için oldukça faydalı bir kitap; şiir hikayeleri. bu kitabın şiir aşığı bir matematik profesörü tarafından yazılmış olması da bahs-i diger bir güzellik.

son söz olarak; ahmet arif  tek şiir kitabı olan "hasretinden prangalar eskittim" in ismini ilk başlarda ne olarak kurgulamıştır sizce ?  "dört yanım puşt zulası". böyle çıksa da fena olmazmış aslında,  ne dersiniz ?

24 Ekim 2012 Çarşamba

adalet ağaoğlu - ölmeye yatmak


ölmeye yatmak, adalet ağaoğlu'nun ilk romanıdır. cumhuriyet dönemi doçenti olan aysel'in başkent ankara'da bir otel odasında ölmeye yatmasını anlatır. aysel, ölmeye yattığı iki saat zarfında bütün yaşamını gözden geçirme, yaşadığı dönemle ve kendisiyle hesaplaşma imkanı bulur. iki saat geçtikten sonra aysel, kalkar ve oteli terkeder.

1930'lu cumhuriyetin ilk yıllarından 1960'lı ismet inönü dönemi yıllarına kadar olan siyasi dönemin bir panoraması niteliğindedir kitap. yanlış batılılaşmanın sadece tanzimat döneminde başlayıp bitmediğini 80 yıl geçtikten, cumhuriyet kurulduktan sonra bile devam ettiğini gösterir. hatta cumhuriyetin ilk yıllarında batılılaşma daha (yanlış, çarpık, sathi ve taklitten) ibarettir.

adalet ağaoğlu, ölmeye yatmak kitabını 1973'te yazmıştır. dönem şartlarına göre yeni sayılabilecek anlatım tarzları denemiştir. şöyle ki; kitapta birden fazla anlatıcı vardır. en az dört karakter hikayelerini kendi ağızlarından anlatmaktadır. bunlara ek olarak tanrı anlatıcı tekniği de kullanılmıştır.

kitapta anlatılan karakterlere kısaca göz atmak gerekirse;

dündar öğretmen: dündar bey değil, bay dündar'dır. kraldan çok kralcıdır. dolayısıyla da atatürkten çok atatürkçü. şekilcidir. ulus gazetesini takip eder. küçük bir kasabada cumhuriyetin yılmaz bir neferi gibi çalışır. devletten takdir bekler ve ulus gazetesinde de adının takdir edilenler listesinde yer almasının özlemiyle yanar tutuşur. okuluna atatürk büstü dikmenin hayalini taşır. bayramlarda çocuklara  klasik müzik eşliğinde vals ve rondo oynatır. köylüyü karşısına almaktan çekinmez, cesur bir cumhuriyetçidir. kitapta anlatılan tüm karakterlerin öğretmenliğini yapmış ve okumalarını sağlamıştır. bu yönüyle kendisiyle gurur duyar.

aysel: saçları örgülüdür. etek boyu halen dizlerinin altındadır. dolayısıyla henüz doğuludur. batılılaş(a)mamıştır maalesef. yine de anne ve babasının karşı çıkmasına rağmen okuyan idealist türk gençlğinin bir ferdidir. atatürk kızıdır. yaptığı her hareketten atatürk'ün hoşnut olup olmayacağını düşünür. medeni olmaya, çağdaş davranmaya çalışır. anne babasını doğulu oldukları, geri kaldıkları ve atatürk'ü anlamadıkları için küçümser ve onlardan utanır.

aydın: kaymakamın oğludur. galatasaray'da ortaokul okumuştur. fransızca konuşur, yazar bu yönüyle kendisini akranlarından üstün görür. üstelik medeni cesareti vardır. partilerde kızları dansa kaldıracak kadar medenidir. aysel'i,  yeterince medeni ve şehirli davranmadığı için küçümser.

ali: en beğendiğim karakterdir. köylüdür, yoksuldur ve ancak bay dündar'ın çabalarıyla ve şakir ağa'nın el vermesiyle şehirde okuma fırsatı bulmuştur. gizliden aysel'e aşıktır. ama kendini aysel'e bir türlü yakıştırmaz. sanat okulunda elektrik bölümünde okumuştur. bir dönem solculara takılarak nazım'ın şiirlerine merak salmıştır. trt'de işe başlamış sonra yönetimin düşüncelerine ters gelen tutumlarından dolayı işi bırakmış ve elektrikçilik yapmaya devam etmiştir.

adalet ağaoğlu, atatürk ve milli şef inönü döneminde yetiştirilen gençliği ve sorunlarını ele almıştır. cumhuriyet gençliği değerleriyle, gelenekleriyle kavgalıdır. ana babasını küçümser. batıyı taklitten öteye geçemez. batılı değerleri sorgulamadan, körü körüne inanır ve benimser. sistem bu gençleri cumhuriyet ideolojisine göre yetiştirir. okullarında farklı kitaplar okumaları, hocalarının sözünden çıkmaları ve itiraz etmeleri kesinlikle yasaktır. tek elden ve tek tip olarak yetiştirilirler. bütün gençler birbirine benzerdir. farklı olana tahammül yoktur.

ölmeye yatmak'ta yeni bir halk yaratmak iddiasıyla yola çıkılan tek parti dönemi ironik bir şekilde ele alınır. ağaoğlu, özellikle dündar öğretmen üzerinden ironisini güçlendirir. zira dündar öğretmenin davranışları çağdaş, ilerici, batıcı olmaktan ziyade bütün bunların kötü ve bilinçsiz bir taklididir.

dar zamanlar üçlemesinin ilk kitabı olan ölmeye yatmaktan başka yazarın bir düğün gecesi ve hayır adlı diğer kitapları bulunmaktadır. en kısa zamanda onları da okuyup burda yazmak dileğiyle.

erdal öz - gülünün solduğu akşam


yıllarca kitabın adını "gülün solunduğu akşam" olarak yanlış okumuşum. ne zaman ki okumak için kitabı elime aldım ancak o zaman fark ettim ki gülün değil gülünün, solunduğu değil solduğu akşam, imiş. iyi ki okumuşum yoksa yanlış bilmeye devam edecekmişim. bu tabi, kitabı okumanın somut faydalarından sadece biri.

gülünün solduğu akşam, erdal öz'ün okuduğum ilk kitabı. erdal öz'ün 1970'li yıllarda mamak cezaevindeyken deniz gezmiş ile olan tanışmaları sonucu, gezmiş'in öz'den kendi hikayelerini yazmasını istemesiyle ortaya çıkmış. cezaevindeki birkaç kısıtlı görüşme boyunca deniz gezmiş ve arkadaşları erdal öz'e yaşam hikayelerini, başlarından geçen olayları anlatmışlardır. erdal öz'ün niyeti ilk başlarda bunlardan bir kurgu yaparak bir roman yazmakmış, ancak öz'ün erken tahliyesi sonucu roman olacak kadar malzeme toplayamadığı için bu düşüncesi gerçekleşmemiştir. öz, roman yerine anı kitabı yayınlamaya karar vermiştir.

kitapta dar ağacına çekilen üç yiğit delikanlı deniz gezmiş, yusuf arslan ve hüseyin inan'ın anıları yer almakta. kaçış süreçleri, yakalanmaları, cezaevinde gördükleri muameleler bizzat kendi ağızlarından aktarılmakta. kitabın sonunda da gençlerin asılmaları, gençlerin avukatları ağzından aktarılmakta. tarihe ışık tutması bakımından okunması gereken bir kitap. kitabın bitiminde de gençlerin ailelerine asılmadan önce yazmış oldukları mektuplar yer alıyor. bunları okurken tabi, insan o karanlık ve dar zamanlara gidiyor ister istemez. o dönemin puslu havasında, gençlerin inançları doğrultusunda mücadeleleri biraz da kutsallaştırılarak anlatılıyor. öz, kitabında  taraf tutmaktan çekinmiyor. zaman zaman yanlı bir anlatım ve özellikle devlet adamlarını, polisleri, savcıları, askerleri, siyasileri kategorize edip basitleştirme söz konusu.

kitaptan gözüme çarpan ayrıntılar olarak;
deniz gezmiş ve arkadaşları uzun bir süre odtü yurdunu mesken tutmuşlardır. deniz gezmiş'in odtü yurdunda polisten kaçarken odtü stadının altındaki tünelden kaçışını anlattığı kısımları insan nefesini tutarak ve adeta yerinde terleyerek okuyor.

deniz gezmiş ve arkadaşları filistin'de askeri eğitim almışlardır. silah kullanma konusunda bilgi ve pratik sahibidirler.

gezmiş ve arkadaşları davalarına parasal katkıda bulunmak adına ankara'da iş bankası şubesini soyup kaçmışlardır. burdan ç-aldıkları paralarla silahlı mücadele için silah satın almışlardır.

deniz gezmiş'te inanılmaz bir öz güven vardır. yaptıklarından hiçbir zaman -dar ağacına çıkarılırken bile- pişmanlık duymamış ve davasını hiçbir zaman sorgulamamıştır. fizik olarak kuvvetli ve lider yaratılışlıdır. karizmatiktir.
gezmiş ve arkadaşları amerikan konsolosunu ve birkaç amerikan askerini kaçırıp amerika'dan fidye istemişlerdir. dönemin amerikan başkanı kendilerinin kesinlikle fidye vermeyeceklerini, türk hükümetinin de fidye vermemesini istemiştir. daha sonra kaçırılanlar fidyesiz olarak serbest bırakılmak zorunda kalınmıştır.

deniz gezmiş ve odtülü, siyasallı birkaç arkadaşı silahlı bir dağ örgütlenmesi kurmak istemişler ve bunun için silahlarını da yanlarına alarak malatya civarındaki dağlara çıkmak için yola çıkmışlardır ancak yolda köylülerin, çobanların ihbarıyla asker ve polislerle çatışmaya girmişler, çatışma neticesinde bazıları ölmüş, çoğu da yakalanarak cezaevine gönderilmiştir.

erdal öz, can yayınlarının kurucusuymuş.

kitabı bitirdikten sonra deniz gezmiş ve arkadaşlarının anlatıldığı bir belgesel aklıma düştü. o belgeseli bir an önce bulup izlemek gerek. ayrıca erdal öz'ün yaralısın kitabı da alınıp okunmalı.

son söz olarak, kitabın ilk sözü :
herkes ne zaman ölür
elbet gülünün solduğu akşam. turgut uyar.

22 Ekim 2012 Pazartesi

tezer özlü - yaşamın ucuna yolculuk


yaşamın ucuna yolculuk, tezer özlünün uzun yıllardır bende olmasına rağmen okuyamadığım ama ismen her daim aklımda olan kitabı. görünüşe bakılırsa kitap bundan sonra dilimde olacak.

tezer özlü 1940'lı yıllarda doğup 1980'li yıllarda ölmüş. kısa yaşamış, 40 yıl kadar kısa. yaşamı boyunca bir kaç kez intihar teşebbüsünde bulunmuş ama başarılı olamamış. yaşamın ucuna durmadan yolculuklar yapmış anlayacağınız. yaşamı boyunca üç kez evlenmiş. evlendiği kişilerden biri de adalet ağaoğlu'nun kardeşi. gençken avrupayı otostopla gezmiş, hızlı bir kadın tezer özlü. sisteme, kurallara, topluma meydan okumuş, feminist bir yazar. bir dönem akıl hastanesinin de misafiri olmuş kendileri. hayatla kavgalı, bilinçli ve mutsuz. asi aynı zamanda. ayakları üstünde durmaya çalışan, herkese meydan okuyan, bireyleşim macerasını tamamlamış bir kadın yani. türk edebiyatının gamlı prensesi namı diğer. edebiyatımızın oğuz atay'ı namı di-diğer. tezer özlü.

yaşamın ucuna yolculuk, tezer özlünün intihar eden italyan yazar cesare pavese'in peşinden gittiği yolculuk romanıdır. özlü, yazarın kaldığı evleri, otelleri, asansörü, sokakları, restoranları gezer, aklında pavese'in satırları. bütün avrupa'yı tek başına seyahat eder özlü. uçak korkusu vardır. otostop yapar, sıkça trene biner.  pavese'in intihar ettiği otel odasını görür ve roman biter.

kitapta, karamsar, kesif, bunaltıcı bir anlatım vardır. ilk kısımları zorlukla okuyabildim, akmadı başlarda. ancak ilk 30 sayfadan sonra  kitabın tadına varabildim. kitabı bitirdikten sonra kitabın başından hiç kalkmadan başa çevirip bir kaç sayfasını tekrar okudum, bir şeyler kaçırmış olabilirim kaygısıyla. her şeyden elini eteğini çekmiş, içinde zerre yaşama sevinci kalmamıştır yazarın. boşuna yaşar. her şey hiçbir şeydir aslında, hiçbir şeyde her şey. umudu tükenmiştir.  tek zevki pavese'in akılda dolaşan satırlarını hatırlamasıdır. yazar tanıdıklardan, istanbul'dan ve istanbul'u anımsatan her şeyden kaçış halindedir. pavese'in izinde kendi içine yapılan bir yolculuktadır özlü aslında. bütün karamsar, bulutlu anlatıma rağmen, yazarın kendine güveni tamdır ve yaptıkları konusunda kafası nettir. yaptıklarından, düşündüklerinden en ufak bir suçluluk veya pişmanlık duymaz.

 ilk kez tezer özlü okumama rağmen yazarın anlatımını ve özellikle dilini çok sevdim, diğer romanı olan çocukluğun soğuk geceleri'ni de hemen sipariş ettim. kim bilir belki bir gün onu da buradan yazarım.

tezer özlü, geç oldu biliyorum ama seni tanıdığıma memnun oldum.

17 Eylül 2012 Pazartesi

mustafa kutlu - anadolu yakası


mustafa kutlu günümüz hikayeciliğinin -rasim özdenören ve selim ileri ile birlikte- yüz aklarındandır. kutlu, her yıl bir hikaye kitabı yayınlamaya çalışır. bu yılki hikaye kitabı ise; anadolu yakası. kitap, nehir söyleşi alt başlığıyla çıkmış. daha kitabın başında mustafa kutlu, nehir söyleşilerinin ünlü, başarılı ve popüler kişilerle yapıldığını; ama örneğin bir ev hanımının da çok başarılı olabileceğini; ama kimsenin bu ev hanımıyla nedense söyleşi yapmadığından yakınır. bunun için de çok göz önünde olmayan ve bilinmeyen ama başarılı bir televizyon sahibi olan muzo'nun hikayesini anlatacağını, okumak istemeyenin ise kitabı bırakabileceğini söyler.

anadolu yakası kitabı, "anadolu yakası" isimli ulusal bir televizyon kanalının sahibi muzo'nun başarı hikayesidir. muzo,  düşünce olarak muhafazakardır ama gel gör ki televizyonculuk bu düşüncelerin uygulanabilmesi için uygun bir yer değildir. düşündüklerini, ideallerini kendi televizyonu olan "anadolu yakası"nda  tam olarak uygulayabildiği söylenemez. zaman zaman kendisiyle çelişir. ona göre bu normaldir; zira televizyonculuk da "normal" bir meslek değildir.

"anadolu yakası",  türkiyede bir zamanlar iyi niyetlerle kurulmuş muhafazakar televizyon kanalları olan (tgrt, kanal 7)' yi sembolize etmektedir. ama ne yazık ki adı zikredilen diğer kanallar gibi bu kanal da parayı bulduğunda tozutmuştur. başlangıçta yola çıktığı değerlere (halka, yerel değerlere, maneviyata) sırtını dönmüş, kapitalizme yenik düşmüştür. artık reyting ve reklam amaçlı yayın yapmaktadır. eğlence programları orta direk halka göre  ayarlanmaktadır ve seviyeden yoksundur. benimsemediği reklamları, yüksek gelirleri nedeniyle kabul etmektedir.

kanal sahibi muzo, uyanık anadolu insanıdır. özal dönemi müteşebbisidir. "benim memurum işini bilir"dir. uyanıktır, kıvraktır, ortama ayak uydurmayı bilir. anadolu kaplanıdır, tüccardır, yeşil sermayedir. "anadolu yakası" televizyonunu kurduğunda halkla ve değerleriyle barışıktır; ama sonrasında kanalı büyütmek adına bu değerleri görmezden gelmesini bilir. yanlış olduğunu bildiği halde "oyunun kuralı gereği" inanmadığını yapmaktan çekinmez ve bunu kendince mübah görür.

yazar, muzo'nun ağzından zaman zaman özlü sözler söyler, derin felsefik tespitlerde bulunur. bu paragraflar çoğunlukla kendimiz olma, yerel değerlerimizi kabullenme, kendimize ve özümüze saygı duymakla alakalıdır.

mustafa kutlu bu hikaye kitabında özetle; özal dönemi müteşebbis anadolu kaplanlarını, muhafazakar televizyonculuğu ve parayı görünce tozutan yeşil sermayecileri mercek altına alır.

anadolu yakası, bir oturuşta okunabilecek, oldukça zevkli ve akıcı bir kitap. mustafa kutlu'nun hikaye dilini özleyenler için bire bir. bir oturumda, tok karna okunması tavsiye edilir.




1 Eylül 2012 Cumartesi

nurullah çetin - şiir çözümleme yöntemi

nurullah çetin, incelikli ve titiz bir çalışma yapmış. yazarın üslubu sade ve anlaşılır. ilk bölüm olan içerik bölümü oldukça doyurucu bilgilere sahip. biçim kısımları ise bilinenleri tekrar olmuş.

kitap dört bölüme ayrılmış. içerik, şekil, dil ve üslup ve ahenk.

kitaptan birkaç bilgi notu:

izlek: tem. konunun şaire özgü bir biçimde görünüşü, yorumlanışı ve değerlendirişi izlektir. ölüm temel bir şiir konusudur. bunun şaire göre ele alınışı, değerlendirilme ve yorumlanma biçimi bize izleği verir. şairin ölüm konusundaki öznel yaklaşım biçimi o şiirin izleğidir.

leitmotif: bir şiirde vurgulanmak istenen duygu ve düşüncenin etkisini arttırmak için sık sık tekrar edilen çarpıcı ifade leitmotiftir. ahmet kutsi tecer'in nerdesin şiirindeki "nerdesin" kelimesi leitmotiftir. aynı şekilde necip fazıl'ın "kaldrımlar"ı da leitmotiftir.

üslup: konuyu, duygu, düşünce ve hayalleri dile getiriş tarzı. şairin yoğurt yiyiş tarzı onun üslubunu verir. şairin üslubu, onun dünya görüşünün, hayata bakış açısının, yaşama biçiminin dildeki yansımasıdır.

âdet olduğu üzere şiirle bitirelim:

çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapayalnız.
gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız,
yürü! hür maviliğin bittiği son hadde kadar!...

insan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.  yahya kemal beyatlı.

sevda derindedir, oysa ferhad
üstünü kazmada dağın.  hilmi yavuz.

28 Ağustos 2012 Salı

doğan aksan - şiir dili ve türk şiir dili


doğan aksan'ın şiir dili ve türk şiir dili kitabını derinlikten uzak bulduğumu söylemekle yazıya başlayabilirim.  kitapta ziyadesiyle konu başlığı var. başlıkların literatürde önemli boşlukları doldurduğunu ise söyleyemem. başlıkların çoğu bilinen şeylerin tekrarı veya yazıya dökülmüş hali.

kitaptan aklımda kalanları olarak üç terim halinde sıralayabilirim. (dikkat ! bu kısımlar dilbigisi-gramer olduğundan sıkıcı içerik kapsamında olabilir)


alışılmamış bağdaştırmalar: şairlere özgünlük veren teşbihlerdir denebilir. kimsenin aklına gelmeyen, şairin ilk olarak kullandığı benzetmeler alışılmamış bağdaştırma sayılabilir. misal olarak "karanlık bir sesle günaydın diyorsun" derken "karanlık ses" özgün bir tanımlamadır dolayısıyla alışılmamış bağdaştırma sayılabilir.

sapmalar:  üç çeşit olabilir.
birincisi, sözcükte biçimsel değişiklilkler yapmak. mesela cemal süreya'nın şiiri "üvercinka".  "üvercinka" güvercin kelimesi ile slavlarda kadın isimlerine gelen küçültme eki olan ka ekini birleşmesinden oluşmuştur.
ikincisi dilde bulunmayan uydurma kelimeler kullanma. "örnekseme"
üçüncüsü de şiirde geçen sözcüklerin yerini değiştirme. "baş açık, ayak yalını"

imge: duygunun resim haline gelmiş, somutlanmış, nesneleşmiş halidir. duyulanla algıladığımız varlıkların zihnimizdeki görüntüleri, bunların şiire yansımış biçimleridir imgeler. imge, imaj, hayal aynı anlamda kullanılabilecek sözcüklerdir.

kitabın sayılı güzelliklerinden biri olarak seçilen örnek metinler gösterilebilir. ezberlenebilecek birkaç berceste olarak ;

yar yar
seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar. bedri rahmi eyüboğlu

gözleri göz değil gözistan. cemal süreya

aheste çek kürekleri mehtab uyanmasın
bir alem-i hayale dalan ab uyanmasın. yahya kemal

yiğit sevdiğinden soğur
sarılmayı, sarılmayı. karacoğlan

yazımızı hacı bayram veli'nin ölmez dizeleriyle bitirelim.

çalabım bir şar yaratmış iki cihan arasında
bakıcak didar görünür o şarın kenaresinde
nagehan ol şar'a vardım ol şar'ı yapılır gördüm
ben dahi bile yapıldım taş u toprak arasında

16 Ağustos 2012 Perşembe

sabahattin ali - kürk mantolu madonna





sabahattin ali'yi severim. kürk mantolu madonna'yı da çok sevdim. daha önce yazarın kuyucaklı yusuf romanını, ses, kağnı, hasan boğuldu hikayelerini okumuştum ve bunları da oldukça beğenmiştim. kürk mantolu madonna romanı uzun süredir merak ettiğim ve okuma listemde olan bir romandı. romanı iki oturuşta soluksuz okudum. sabahttin ali'nin dili oldukça sade, sıcak ve samimi. 

kürk mantolu madonna,  iki karakterin ağzından yazılmış bir roman. ilk bölümümünde adını bilmediğimiz kişi  işsizlik macerasını, topluma karşı artan yalnızlığını dürüstlükle anlatıyor. kahramanımız, yeni girdiği işte tanıştığı oda arkadaşı esrarengiz bir kişilik olan raif efendiyi uzun uzadıya anlattıktan sonra, sözü raif efendinin bir deftere yazmış olduğu anılarına bırakıp sahneden çekilir.

raif efendi, sessiz, gizemli ve bir hayli ketumdur. bu dünyadan bir beklentisi kalmamış gibi davranmaktadır. hiç kimseden bir şey beklememekte ve birilerini beklentiye sokmaktan kaçınmaktadır. bir nevi kendi duvarlarını örmüş ve kendini olan bitenden izole etmiş bir haldedir. ne var ki böyle davranmasının tabii ki bir sebebi vardır. bu sebep de tahmin edilebileceği gibi, almanyada kaldığı sıralarada tanıştığı kürk mantolu madonna'dır.

raif bey ile kürk mantolu madonna maria arasındaki münasebet, her yerde rastlayabileceğimiz sıradan bir münasebet değildir çünkü ikisi de toplum algısına göre normal değillerdir. bu halleriyle de birbirlerine benzemektedirler. ikisi de hayatlarını anlamsız ve gereksiz bulmaktadır. raif kendisini bu hayatta fazlalık görmektedir. bunu da "hayat beni kaybetmekle bir şey kaybetmezdi" sözleriyle dile getirir. madonna maria ise hiçkimseyi sev(e)meme hastalığına duçardır. bugüne kadar karşısına aşık olabileceği bir erkek çıkmamıştır ve işin daha da kötüsü bir erkeğe aşık olabileceğine hiç inanmamaktadır.

raif, maria'yı almanyadayken gezdiği bir resim galerisinde gördüğü bir portreyle -"kürk mantolu madonna" portresiyle- tanımış ve sevmiştir. bu portrede maria kendini çizmiştir. maria, alışık olduğumuz kadın roman kahramanlarına benzemez. açık sözlü, sert ve kat'i kuralları  olan bir kadındır. raif'i de ilk başlarda sevmez ve bunu raif'e hiç çekinmeden söyler. raif ne kadar ketum ve çekingense, maria o kadar açıksözlü ve girişkendir. maria'nın da dediği gibi raif kadın gibi, kendisi de erkek gibidir. bu ilişki de roller yer değiştirmiştir.

kürk mantolu madonna bir aşk hikayesidir. aşk'ı sabahattin ali'nin kaleminden okumak harikulade. zaman zaman satırların nefesimi kestiğini bazı zamanlar da  soluğumun hızlandığını hissetttim. herşeyin anlamsızlaştığı günümüz hayatında takdir edersiniz ki bunlar mücevher kıymetindeki hisler. sabahattin ali'nin okumadığım tek romanı olan "içimizdeki şeytanı" da  ilerleyen zamanlarda bu sayfada yazmaya çalışacağım.

romandan aklımda kalan bir kaç satır :
*dibinde ejderha yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.
*oda arkadaşımı gizlice tetkik etmek, kaçamak bakışlarla hakkında ilk -ve tabii yanlış- kanatler edinmek istiyordum.
*niçin insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz. niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz.
*bir kadın herhangi bir şekilde hoşuma gidince ilk yaptığım iş ondan kaçmak olurdu.
*hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar bibirlerine sokulabilirler.
* bu haliyle hepimiz acınmaya layıkız. ama kendimize acımalıyız. başkasına merhamet etmek ondan daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir.
*ömrümüzü senelere ayırmak insanların uydurmasıdır. insan ömrü doğumdan ölüme kadar uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinden yapılan her taksimat sun'idir.
*demek insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra daha fazla sokulmak için atttıkları her adım daha çok uzaklaştırıyor.
* maria ! benim kürk mantolu madonnam.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

ahmet hamdi tanpınar - edebiyat üzerine makaleler




ahmet hamdi tanpınar'ın  (1901-1962) ölümünden sonra talebesi zeynep kerman'ın bir araya topladığı makalelerden oluşan kitabını uzun süredir okumayı planlıyordum. kitabın hacimli olması (514 s) beni oldukça yordu diyebilirim ancak makalelerin sade bir dille ve birer ikişer sayfalar halinde yazılmış olması okumamı  hayli kolaylaştırdı.

kitap, tanpınar'ın çeşitli gazete ve mecmualarda yayımlanan yazılarından müteşekkil. kitabın arka kapağında mehmet kaplan'ın bir tanıtım yazısı var. kitap, sekiz bölümden oluşmakta: şiir, roman, divan edebiyatı, halk edebiyatı, tanzimattan cumhuriyete türk edebiyatı, cumhuriyet devri türk edebiyatı ve son olarak da batı edebiyatı. kitapta, tanpınar'ın çok sevdiği ve aynı zamanda hocası olan şair yahya kemal'e  müstakil bir bölüm tahsis edilmiş.

tanpınar'ın küçük denemelerinden oluşan kitabın dili oldukça sade ve akıcı. tanpınar'ın kaleminin yetkinliğinden söz etmemek olmaz. yazar, samimi ve içten bir dil kullanılmış. aynı dönem eser veren arkadaşları hakkında yazdıklarını birer biyografi veya hatırat gözüyle de okumak mümkün. tanpınar, birkaçının ölümüne tanıklık ettiği, yakın dostları olan yazar arkadaşları hakkında yazarken oldukça duygusal davranmış, ve bu duygularını yazıya dökmekten çekinmemiş. tanpınar'ın yazılarına konuk ettiiği yazarlar arasında; namık kemal, tevfik fikret, ahmet haşim, yahya kemal beyatlı, cahit sıtkı tarancı, reşat nuri güntekin, abdulhak şinasi hisar, halid ziya uşaklıgil, abdulhak hamid, akif paşa, ahmet cevdet paşa, ahmed vefik paşa ve çok kısa olarak mehmet akif ersoy isimleri zikredilebilir.

kitaptan aklımda kalan çarpıcı bilgiler olarak;
 tanpınar, abdulhak şiirini hiç sevmemekte ve abdulhak hamid'i bir şair olarak görmemektedir. makber'in tesadüf eseri ve ilhami olarak bir defaya mahsus yazıldığını söylemektedir. tanpınar için önemli olan şiirin ilham sonucu yazılması değil, üzerinde düşünülerek, çalışılarak, mesai harcanarak, emek verilerek yazılmasıdır. bu yönüyle abdulhak hamid, hayatın zorluklarını görmediği için rahat yaşamaya alışmış ve bu rahatlığı, şiirlerini oluştururken kendisine lakaytlık, gayri ciddilik ve özensizlik olarak dönmüştür.

tanpınar, büyük şairler olarak  namık kemal, tevfik fikret, ahmet haşim ve yahya kemal beyatlı'yı görür. bunların şiirlerini yeterli, yol açıcı, ve kalıcı görür. tanpınar'a göre;  namık kemal, ilk batılı duyuşu şiire taşıyan kişidir. şiirini ve fikriyatını cemiyetin emrine vermesi onun zaaflarındandır; çünkü şiir enfüsi (öznel) olmalıdır.
tevfik fikret, hayatını ve sanatını tam anlamıyla eski olanı redde ve  yeni olanı  kucaklamaya adamıştır. şiirde imgeleri, muhayyileleri derinleştiren şairdir. ahmet haşim, doğuştan şairdir. şiiriyle adeta tablo çizer ve musiki nağmeleri dinletir. yahya kemal beyatlı ise; eve dönen adamdır. kendisi dönmekle kalmaz aynı zamanda imparatorluğun dağılışından beri kaybolan şiirimizi eve döndüren adamdır. şiirimiz kaybolan yolunu, kişiliğini yahya kemal şiiriyle bulmuştur. şiirimiz yahya kemal'le kendi değerlerine, kültürüne, tarihine, öz medeniyetine dönüş yapmıştır. ve şiirimiz yahya kemal sayesinde kaybolan sesini bulmuştur.

tanpınar, ilk büyük romancımız olarak halit ziya uşaklıgil'i görür. batlı manada roman tekniklerini uygulayan ve roman karakterlerine derinlik kazandıran yazar uşaklıgil olmuştur. bir diğer büyük romancı da abdulhak şinasi hisar'dır. sabırlı ve titiz bir çalışmayla romanlarını kaleme alan hisar, eserlerinde zengin, doyurucu bir dil ve malzeme kullanır.

edebiyat üzerine makaleler, dönemin siyasi, toplumsal ve edebi panoramasını vermesi bakımından önemlidir. kitaptaki yazılar edebiyat tarihi açısından olduğu kadar, bahsedilen yazarların sanatları hakkında bilgi verilmesi ve eleştiriye tabi tutulması bakımından da oldukça mühimdir. bütün bunları ahmet hamdi tanpınar'ın zaman zaman oldukça öznel yorumlarıyla okumak ayrı bir zevktir.





4 Ağustos 2012 Cumartesi

peyami safa - fatih-harbiye


fatih-harbiye romanı, peyami safa'nın  1931 yılında kaleme aldığı bir eserdir. kitapta bütün metaforlar oldukça nettir. fatih semti eskiyi, osmanlıyı, şark'ı, durağanı temsil eder. buna karşılık harbiye semti ise; yeniyi, garb'ı, hareket halinde olanı temsil eder.

romanın kahramanları neriman, şinasi ve macittir. neriman, doğulu şinasi ile batılı macit arasından bir tercihte bulunmak zorundadır. bir yanda çocukluğunu ve tahsil hayatını beraber geçirdiği ve evlenmeyi düşündüğü şinasi, öbür yanda ise yeni tanıştığı, kendisini cezbeden ve tatmadığı tecrübeler sunmayı vadeden macit.

peyami safa, bu eserinde osmanlının batılılaşma tecrübesini aktarmaya çalışır. bu batılılaşma bilindiği üzere sathi ve yanlış bir batılılaşmadır. neriman, alaturka eğitim almakta ama aldığı bu eğitim hiç hoşuna gitmemektedir. zira kemençe, ud, ney kendisini açmamaktadır, çünkü bunlar doğuyu temsil etmektedir.. bunun yerine batılı müzik aletleri ve aynı zamanda  revaçta olan keman, piyano çalma özlemi taşımaktadır.

yazar, bir diğer şark-garp kıyaslamasını ise hayvanlar üzerinden yapar. neriman'a  göre kedi doğuyu sembolize eder çünkü; kedi yer, içer ve uyur. hareketsizdir, tembeldir, uyuşuktur. köpek ise batıyı temsil eder zira; köpek uyanıktır (uyurken bile aslında uyanıktır), çevik, hareketli ve atılgandır, seslere karşı uyanık ve duyarlıdır.

neriman'dan bir kıyaslama daha: taş ev tahta evden, elektrik petrolden, otomobil arabadan, makine hayvandan ve son olarak da lavanta hacıyağından daha iyidir. (tahmin edildiği üzere ilk örnekler batıyı, ikinci örnekler ise doğuyu temsil eder)

peyami safa roman boyunca, doğu-batı kıyaslamalarını; semtler üzerinden, müzik aletleri üzerinden, hayvanlar üzerinden ve şahıslar üzerinden yapar.

yazarın psikolojik tahlillerine değinmeden geçmek olmaz. peyami safa, şöhretine yakışır bir şekilde psikolojik tahlillerde oldukça başarılı. psikolojik roman türünde ilk örnekleri veriyor olmasına rağmen kişilik tahlilleri, ruh hali tahlilleri ve mekan tahlilleri övgüye değer.

son olarak, yazar bir kurmaca eser yaratıcısı olarak romanın gidişatına bariz bir müdahalede bulunuyor ve kendi düşüncesi ve inancı olan doğu'yu, batıya üstün kılıyor. bunu da neriman'ın batıyı temsil eden macit'i değil doğuyu temsil eden şinasi'yi  tercih etmesiyle gerçekleştiriyor.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

cengiz aytmatov - beyaz gemi




cengiz aytmatov, kırgız edebiyatının en büyük ve en çok tanınan yazarıdır şüphesiz. romanlarını ne yazık ki rusça yazar. rusça yazması ülkesinde bugüne kadar var olan asimilasyon politikalarının en güzel tezahürüdür. ne var ki aytmatov, yazdıklarıyla bu sömürü politikalarına en güzel ve en etkili cevabı vermektedir. aytmatov, eserlerinde mutlaka ulusal bilinçe ait hikaye, efsane, destan, halk hikayesi, türkülere yer verir. eserlerinde yazarın milli bir kırgız bilinci aşılamaya çalıştığı rahatlıkla görülebilir.

beyaz gemi, aytmatov'un okuduğum ikinci kitabı. ilk kitap olarak gün olur asra bedel veya bazı çevirilerde       -gün olur yüzyıl olur- kitabını okumuştum. bu eserinde de sıkı bir komünizm eleştirisi ve milli değerlere sahip çıkmanın gerekliliğinin altı kalın çizgilerle çizilmişti. aytmatov'un anlatım dili akıcı, zengin ve oldukça sade diyebilirim. okurken sıkılmak bir tarafa kitabın derinliklerine inmek çok kolay. eserlerini kurmaca hikayelerle oluşturmasına rağmen, alt metinleri okunduğunda ideolojik bilinç aşılama gayesi (özellikle milli duyuş, düşünüş) tespit edilebilir.

beyaz gemi, çoğunlukla çocuk kahramanın ağzından anlatılmıştır. kahramanımız 8 yaşındadır ve ne yazık ki adını bilemeyiz. roman boyunca "çocuk" diye bahsedilir kendisinden. çocuğun ağzından yazılmış olması anlatım dilinin sade ve basitliğini dolayısıyla da çocuksuluğunu, saflığını, naifliğini, doğallığını beraberinde getirir. çocuk ana, babası tarafından bebek yaşında terk edilmiştir. çocuğa dedesi mümin (hamarat mümin) bakmaktadır. romandaki rol dağılımı nettir. bütün iyi hasletler (dürüstlük, çalışkanlık, hamaratlık, alçakgönüllülük, geleneklere saygı) dede mümin'de toplanmıştır. bütün olumsuz özellikler (sahtekar, acımasız, tembel, maneviyatsızlık, gelenekleri hiçe sayma) mümin'in damadı urazkul'da toplanmıştır.

roman boyunca çocuk, kendisini terk eden babasının gemici olarak çalıştığı bir beyaz geminin gelip kendisini yaşadığı bu yerden alıp götüreceğinin hayalini kurar. çocuk bütün sıkıntıların üstesinden beyaz gemiyi hayal etmekle gelir.çocuk beyaz gemi ile babasını özdeşleşmiştir. beklediği aslında belki de beyaz gemi değil de babasıdır.

romanda söz edilmesi gereken unsurlardan biri de "geyik ana" efsanesidir. kırgızlar'ın soylarının tükenmesi geyik ana tarafından engellenmiştir. kırgız boyundan kalan son kız ve erkek çocuğunu  geyik ana büyütmüştür.  böylelikle eski refah günlerine kavuşan kırgızlarda, geyik  kutsal hayvan sayılmış ve bu sevgi abartılınca kırgızlar, ölen büyüklerinin mezarlarına -ne yazık ki- geyik boynuzu dikmeye başlamışlar. tahmin edileceği gibi geyiklerin soyu kısa bir sürede tükenmeye yüz tutmuştur. kırgızları tarih sahnesinde tutan geyikler artık kırgız topraklarında yaşamaz olmuştur. kitabı okuduğumda beni en çok etkileyen trajedi bu zıtlık olmuştu. ya da kaderin cilvesi veya merhametten maraz doğar denebilir.

son olarak, okuduğum  beyaz gemi 2005 elips yayınları baskısında çok fazla dizgi yanlışı, imla ve yazım yanlışı olduğunu söylemeden edemeyeceğim. bu yanlışlar okurken can sıkıntısına yol açıyor tabiiyetle. sonraki baskılarında düzeltilmiştir umarım. bu arada unutmadan, kitabı okumanızı hararetle öneririm.
                                                                                                                   

3 Temmuz 2012 Salı

necip fazıl kısakürek - edebiyat mahkemeleri


edebiyat mahkemeleri kitabı, necip fazıl'ın türk edebiyatından belirlediği şahsiyetleri mahkemeye çıkarıp, sanık sandalyesine oturttuğu kitabıdır. 

sorguladığı kişiler; tevfik fikret, mehmet akif, yahya kemal ve nurullah ataç'tır. üstad necip fazıl, orjinal bir fikir olan bu sorgulamayı ve savunmaları yazarların kendi yazdıkları ve hakkında yazılanları birebir alıntılayarak gerçekleştirir. tabi son olarak da kendi düşüncesini söyleyerek onları yargılar. üstadın bütün sorguladığı kişileri acımasızca eleştirdiği ve hatta yer yer istiskal ettiği de gözümden kaçmadı. bunu üstadın şairliğinden kaynaklı egosuna vermek gerek galiba. 

necip fazıl'ın mehmet akif hakkında söylediği küçük şair tesbiti katılmadığım ve şiddetle karşı çıktığım bir yargıdır.

kitapta ayrıca doğu edebiyatını oluşturan arap, fars ve mısır edebiyatlarının büyük şairlerinden övgüyle söz eder. bu yazarların kısa otobiyografik bilgilerine ve tanıtıcı şiirlerine yer verir.

kitabın son kısmında ise necip fazıl'ın  genelde dil, özelde ise türkçe hakkındaki görüşlerine yer verilmiştir.
                                                                                                          

2 Temmuz 2012 Pazartesi

roger garaudy - islamın vadettikleri


rahmetli roger garaudy'yi  ancak vefatı nedeniyle okuma fırsatı buldum ve şimdiye kadar okumadığım için de üzüldüm doğrusu. bazı yazarların okunması için ölmeleri gerekirmiş, demek ki garaudy de onlardan biri. vefatı dolayısıyle hem kitabını okumam, hem hakkında sosyal medyada çıkan haberleri takip etmem hem de abonesi oldugum gercek hayat dergisinin kapak konusu olarak roger garaudy'yi seçmesi, garaudy ile dolu dolu bir hafta geçirmemi sağladı diyebilirim. islamı seçtikten sonra batı medeniyetini amansızca ve içeriden sağlamca eleştirmesi garaudy'nin en kayda değer yönlerinden biri. ayrıca israilin ipliğini pazara seren "israil, mit ve terör" kitabı da sabırsızlıkla okumayı gözlediğim kitaplarından biri. garaudy'i bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum.

kitaptan notlar:
* batı medeniyati tesadüfi bir medeniyettir. "yunan mucizesi" efsanesi ortaya atılmasının sebebi doğu medeniyeti ve kaynaklarını görmezden gelmek ve inkar etmektir.
*yunan medeniyetinin akıl babaları ve mirasçıları binlerce yıllık mısır medeniyetidir.
* dünya üzerinde büyük dinlerden hiçbirinin doğmadığı tek kıta avrupa'dır.
* doğu medeniyeti yapınca "istila", batı medeniyeti yapınca "fetih" ve " keşif"  olur nedense.
* batı insanlık tarihinin en büyük canisidir.
* dinler arası diyalog bir an önce başlamalıdır.
* batı medeniyeti kendinden olmayanı barbar ve esaret için doğmuş olarak görür.
* efendimizin vefatından 633-645 'e kadar, kısa zaman zarfında filistin, suriye, mezopotamya ve mısırda arab üstünlüğü hızlı bir şekilde ilerledi.
* tarık'ın ispanya zaferi 711 yılında gerçekleşmiştir. zulum altındaki halk tarık ve arkadaşlarını kucaklamıştır. arabistandan gelen bir avuç asker iber yarımadasında yaşayan 15 milyon insana nasıl dinleri olan islamı kabul ettirmişlerdir. islam dini silah zoruyla kabul ettirilen bir din değildi.
* küçük cihad, islamı din düşmanlarına karşı savunmak, büyük cihad ise nefse arzulara bencilliğe karşı girişilen savaştır.
*ebubekir, ömer, osman ve ali'den sonra emeviler iktidarın dini yönünden ziyade siyasi yönüne ilgi duydular.emevilerle birlikte islam hilafeti, arap imparatorluguna dönüşmüştür.
* sufiler hiçbirşeye sahip değillerdir, hiçbirşey de onlara sahip değildir.
* reklamcılık, en lüzumsuz şeyleri bile ihtiyaçmış gibi gösterme sanatıdır.
* batıda aşk edebiyatının önemli bir kısmı evlilik dışı aşkı yüceltir.
* batı medeniyeti izlediği yolun tek gerçek yol olduguna iman eder. bu yolun yakınlıgına ve uzaklıgına göre toplumları, gelişmiş veya az gelişmiş olarak tasnif eder.
* avrupa barbar bir cehaletten, alim bir barbarlığa geçmiştir.
* efendimizin hadisi, alimin mürekkebi, şehidin kanından daha mukaddestir.
* el me'mun 815'te bağdatta beytul hikme'yi kurdu.
* müslümanlar evrensel kültüre imanlarıyla en büyük katkıyı yapmışlardır.
*insan kendi arzusundan ziyade ilahi iradeyi tatmin etmeye çalışmalıdır.
* robenson ile hay bin yakzan'ı kıyaslamak son derece yersizdir. robenson adaya kendiyle birlikte ferdiyetçiliğini, silahını, tabiata hükmetme hırsını ve hakimiyeti altına aldığı cuma üzerinde iktidar olma arzusunu götürmüştür. hay bin yakzan doğu medeniyeti mahsulü, robenson ise batı medeniyeti ürünüdür.
*islamda tüm sanatlar camiye, cami de ibadete götürür.
* esas olarak şiirden oluşan islam edebiyatı, temelinde nebevi, kur'ani bir şiirdir.
* bütün ilahi kitaplar şiirdirler. allah'tan bahseden gerçek anlamda bir teoloji şiirsel olmak zorundadır; çünkü ifade edilemeyen, görünene indirgenemeyeceği gibi, kavramlara ve akıllara da indirgenemez.
* kendimizden vazgeçmediğimiz müddetçe kendi gerçek varlığımızı keşfetmemiz mümkün değildir.
* goethe, iran şairi hafız hakkında " hafız, kendimi senle mukayese etmek mi, ne delilik" der.
* stendhal, "haçlı seferlerimizde doğu karşısında asıl barbarlar bizlerdik. gelenegimizde asil olan ne varsa hepsini bu haçlı seferlerine ve ispanyanın müslümanlarına borçluyuz." der.
* batı, vestfalia anlaşmasının maddeleri arasına islam medeniyetini "milletler" halinde parçalamayı koymuştur
*batı başkalarının durumunu belirlemeye ve onlar hakkında yetki vermeye kendini yetkili sanmaktadır.
* ingiliz yazar toynbee, doğu meselesinin öncelikle bir batı meselesi oldugunu söyler.
                                                                                       


semih gümüş - modernizm postmodernizm


türk edebiyatının yetkin ve usta eleştirmenlerinden semih gümüş'ün kitabı modernizm ve postmodernizm: edebiyatın dünü ve yarını kitabı, genel bir modernite, modernizm, postmodernizm tanımlarından sonra, türk edebiyatının bu kavramlarla olan tecrübesini sorgulayan bir kitaptır.
yazar semih gümüş , "türk edebiyatı modernizmini tamamlayamadan postmodernizme geçiş yaptı" tesbitiyle kitabını özetler niteliktedir.

kitaptan notlar:
*modernizm türkiye'de 1950'li yıllarda ortaya çıkmıştır.
*postmodernizm türkiye'de 1980'li yıllarda ortaya çıkmıştır ve kendini şiirden çok düzyazılarda özellikle de roman türünde göstermiştir
*türkiye'de modernizmin başladığı yıllar olarak 1950'lı yıllar sayılmalıdır. seçimlerde demokrat parti milli şef ismet inönü'yü devirmiş ve türk demokrasi hayatında önemli bir dönüm noktası olmuştur. sanatta, edebiyatta, toplumsal hayatta  genel bir rahatlama ve özgürlük havası meydana gelmiş,  yeni ve özgür ifadeler, yeni yazım teknikleri görülmeye başlanmış, kültürel açılımlar hız kazanmıştır.
*türkiye'deki modernizm cereyanı yahya kemal, nazım hikmet, ahmed hamdi tanpınar, yusuf atılgan ve vus'at o. bener çizgisinde devam eder.
*dünyadaki modernist yazarlar james joyce, virginia woolf, kafka,  musil,  faulkner ve becket sayılabilir.
*arkaik dil şiire, çağdaş, modern dil ise düzyazıya aittir.
*çağdaş türk şiirinin ilk büyük şairi yahya kemal sayılmalıdır. eski biçimler içerisinde yeni bir şiir dili meydana getirmiştir.
*türk eleştiri dünyasında ilk akla gelen eleştirmen nurullah ataç, ikincisi ise fethi naci'dir
*cumhuriyet dönemi yazın geleneğinde okunması gereken yazarlar; tanpınar, nahit sırrı orik, abdulhak şinasi hisar ve yaşar kemal'dir.
*orhan pamuk'u postmodern romancı olarak ilk tanıtan berna moran'dır. halbuki orhan pamukun ilk romanı "cevdet bey ve oğulları" klasik bir romandır.
*türkiye'de postmodern metinler olarak; ihsan oktay anar, bilge karasu ve hasan ali toptaş sayılabilir.
* türk edebiyatı henüz modernizmini tamamlayamadan postmodernizmle tanışmıştır.