tanpınar üstada devam. kapsamlı bir dosya ile hem de. içime sindi, hem de çok. insanın kendini övüp, övmemesi gerektiği meselesi yüzyıllardır devam eden bir tatışma konusu, etsin. ancak iyi iş(çilik) çıkardım be yav !
efendim, huzur 1949 yılında yazılmış. tanpınar'ın ilk romanı olma özelliği taşıyor. mehmet kaplan romana giriş yazısında tanpınar'ı anlamak için yazdıklarını dura dura, sindire sindire okumak gerektiğini ifade ediyor. çok yerinde bir hatırlatma ve tespit. evet tanpınar'ı bi hakkın anlamak için onu içşelleştirerek okumak lazım, zira o bir nesir, bir söz ustası. ben de öyle yaptım, acele etmeden, satırların altını çizerek ve tespitleri üzerinde düşünerek okudum. o kadar çok yazacak malzeme çıktı ki... kitap satırlarının altı çizilmekten rengarenk. neler mi çıkardım, yazayım;
öncelikle, tanpınar okumak bir estetik bir zevk. dünya gözüyle herkesin henüz hayattayken bir tanpınar romanı okumasında fayda var. bir yazı ve fikir işçisi görürsünüz karşınızda. kelime dağarcığı çok zengin. doğu dillerinden (arapça, farsça) vokabülerinin yanında; batı dillerinden (ingilizce, fransızca) kelimeleri de aynı ustalıkla kullanabiliyor. anlatımı çok sahici ve güçlü. psikolojik tahlilleri çok katmanlı ve derinlikli.
tanpınar, kitabın asıl konusu olan mümtaz ile nuran'ın aşkını anlatmaya şu sözlerle başlar: "bu, dünyanın en basit, adeta bir cebir muadelesini hatırlatacak kadar basit, bir aşk hikayesidir." (s. 73) tabi yazarın sözlerine öyle hemen aldanmamakta fayda var. zira aşk da, anlatımı da hiç basit değil. oldukça zahmet ve emek gerektiren bir aşk hikayesi var huzur'da.
mümtaz ile nuran'ın aşklarını okurken; aklımdan sürekli orhan pamuk ve masumiyet müzesi geçmedi değil. duygu yoğunlukları, aşka saplantılı bakışları ve acı çekmeleri o kadar benziyor ki. pamuk'un masumiyet müzesi romanını yazarken huzur'dan etkilenmediğini söylemek saf dillik olur. hatta ikisini peş peşe okumakta fayda var. kıyaslamalı bir çalışma konusu bile olabilir.
huzur, form olarak dört bölüme ayrılır. sırasıyla ihsan, nuran, suat ve mümtaz. bunlar aynı zamanda romanda etraflıca anlatılan karakterlerdir. tanpınar, bu karakterleri kendi isimleri olan bölümlerde derinleştirir ve hikayeyi onların bakış açısıyla anlatmaya çalışır.
huzur'da zaman olarak; ikinci dünya harbi dönemleri ele alınır. roman da harb ve psiklolojisi, olup olmayacağı etraflıca anlatılır. mekan olarak; istanbul, boğaz, emirgan, yalılar, konaklar... seçilmiştir.
huzur romanı, bir aşk romanı olmasının yanında imparatorluk bakiyesi türkiye'nin bunalımları, çıkmazları, tanpınar'ınn ifadesiyle ikilikleri, doğu- batı münasebetleri, doğululuk-batılık problemi, yanlış batılılaşma, redd-i miras, taklidi batılık gibi ontolojik konuları da derinlikli olarak işler. tanpınar, doğu- batı arasında sıkışıp kalmış yeni türkiye'nin fertlerine tavsiyelerde bulunmayı ihmal etmez. kahramanları vasıtasıyla bu sancılı fikirleri tartışır ve çözüm bulmaya çalışır.
huzur'un kelime kadrosunu saymaya kalkarsak; istanbul, emirgan, kandilli, üsküdar, boğaz, lüfer, musiki, dede efendi, mahur beste, acemaşiran, ferahfeza, sultaniyegah, mümtaz, nuran, ihsan, suat, macide, medeniyet kelimeleri sayılabilir.
mahur beste: huzur'da bir küçük hikaye
huzur'da 13 yıl sonra yazacağı romanı olan mahur beste'nin de bir nüve olarak geçtiğini görüyoruz. tanpınar kısaca değindiği bu hikayeden, sonrasında kocaman bir roman çıkarır. huzur'da anlatılan mahur beste hikayesi şöyledir: kahramanımız mümtaz bir eskici dükkanında gördüğü behçet bey'i bize tanıtır ve der ki: "behçet bey yirmi sene boyunca karısını kendisinden, sonra da doktor refik'ten kıskandı. bu kıskançlık yüzünden refik'i saraya jurnalledi. sürgündeki refik'in ölümünden yılarca kendisini sorumlu tuttu. karısı atiye ölüm döşeğinde aşığı refikle olan mahur beste'sini söylemeye çalıştı ancak behçet kıskançlıktan karısının ağzını sıkıca tuttu ve onun da ölümüne sebebiyet verdi." mahur beste, huzurdaki kahramanımız mümtazın aşık olduğu kadın olan nuran'ın dedesi olan talat bey'e ait bir bestedir.
tanpınar'ın musıki hakkındaki düşünceleri;
günümüzün şikayet mevzularından biri olan piyasa müziği, o günün de dertlerinden biridir. tanpınar yozlaşan müzik kültürüne alternatif bir reçete sunar. listesinde; dede efendi, seyid nuh, ebubekir ağa, hafız post, aziz dede, zekai dede, ismail dede, ıtri, sadullah ağa, basmacızade, kömürcü hafız, murad ağa, abdulkadir-i meragi, münir nurettin vardır... (bunları teker teker bulup dinlemek artık ödev oldu)
tanpınarda geçen musıki makamları: dügah, kürdi, rast, çargah, gerdaniye, saba, acem, ferahfezad, mahur...(s.266-275)
mümtaz'a göre; "istanbul peysajı, bütün medeniyetimiz, kirimiz, pasımız, güzel taraflarımız, hepsi musıkidedir." (s.170)
"halkımıza ve hayatımıza ne kadar yaklaşırsak o kadar mesut olacağız. biz bu türkülerin milletiyiz.(s.303)
tanpınar eskileri anlatırken; "onların tek sahibi bizleriz. onlara hayatımızda pay vermezsek tek yaşama haklarını kaybedecekler... zavallı dedelerimiz, musıkişinaslarımız, şairlerimiz, adı bize kadar gelen herkes hayatımızı süslememizi o kadar iştiyakla bekliyorlar ki... en umulmadık yerde karşımıza çıkıyorlar." (s. 174)
huzur'da erken ve yanlış batılılaşma:
"hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleridir. bu insanlara yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlara hayata tahammül etmek kudretini veren eskilerini bozmak neye yarar. (s.190)
"maziyi ihmal edersek, hayatımız da ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder, terkibin içine ister istemez sokacağız. o kendisinden gelmemiz lazım gelen bir şeydir. bu devam fikrine bir vehim de olsa muhtacız. kaldı ki dün doğmadık. en çetin realitemiz budur. sonra hangi köklere gideceğiz? halk ve halkın hayatı bazen bir hazine, bazen de bir seraptır. uzaktan namütenahi görünür, fakat yaklaştın mı beş on motifin ve modanın içinde kalırsın..." (s.251)
"biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz. kendimizi sevmiyoruz. kafamız bir yığın mukayeselerle dolu. dede'yi wagner olmadığı için, yunus'u verlaine, baki'yi goethe ve gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. uçsuz bucaksız asya'nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz halde çırçıplak yaşıyoruz.... başka milletlerin tecrübesini yaşamağa çalışıyoruz." (s. 251-252)
"şarkla garp birbirinden ayrı. biz ikisini birleştirmek istedik. hatta bunda yeni bir fikir bulduğumuzu bile sandık. halbuki tecrübe daima yapılmış, daima iki çehreli insanlar vermişti... daima akdenizli bir tarafımız bulunacağı gibi, daima şarklı bir tarafımızda kalacak. (s. 368-369)
tanpınar'da doğu- batı, eski- yeni sorunu:
"eski her zaman yanı başımızda duruyor.bir yığın yarı ölü şekiller hayata müdahaleye hazır bekliyor. diğer taraftan yeni ile, garb ile münasebetimiz sadece akan bir nehre sonradan eklemlenmekle kalıyor. halbuki su değiliz. insan cemaaatiyiz ve bir nehre katılmıyoruz. bir medeniyeti kültürüyle benimsiyoruz. onun için de bir hususi hüvviyet olmamız lazım. halbuki bugün ondan dışa ait icapları kabulden ileri gidemiyor, insanı ihmal ediyoruz. yeniye başından itibaren bizim olmadığı için şüphe ile, eskiye eski olduğu için işe yaramaz gözüyle bakıyoruz... sanatımızda eğlencemizde, ahlakımızda, muaşeretimizde, istikbal tasavvurlarımızda daima bu ikilik karşımıza çıkıyor. satıhta yaşarken mesut oluyoruz. derine iner inmez kayıtsızlık ve kötümserlik başlıyor. hiçbir kabile tanrısız olmaz. biz tanrılarımızı yaratmak, yahut yeniden bulmak mecburiyetindeyiz. her milletten fazla şuurlu ve iradeli olmamız lazım." (s.247)
"sonrada kendimize mahsus, şartlarımıza uygun yeni bir hayat kurmağa çalışacağız. hayat bizimdir, ona istediğimiz şekli vereceğiz. ve o şeklini alırken, kendi şarkısını yapacak. fakat fikre ve sanata hiç karışmayacağız. onları hür bırakacağız. çünkü onlar hürriyet, mutlak hürriyet isterler... hele mazi ile bağlarımızı kesmek, garba kendimizi kapatmak! asla! ne zannediyorsunuz bizi! biz şarkın en klasik zevkli milletiyiz. her şey bizden devam istiyor. -eskiyi devam ettirdikten sonra yeni hayat şekli aramak ne için? - hayatımızın henüz şekli yok da onun için. - o halde maziyi tasfiye ediyoruz. - elbette. fakat icap eden yerlerde. ölü kökleri atacağız." (s. 247 ?)
"birisi eski medeniyetin enkazı, öbürü yeni bir medeniyetin henüz taşınmış kiracısı olmasınlar. ikisinin arasında bir kaynaşma lazım." (s.251)
huzur'da türklük, türkiyelilik:
"bugün bir insan türkiye'yi her şey olabilir sanabilir. halbuki türkiye yalnız bir şey olmalıdır; o da türkiye. bu ancak kendi şartları içinde yürümesiyle kabildir. bizim ise elimizde adetten ve isimden başka bir şey, müspet bir şey yok. cemaatimizin adını biliyoruz, bir de nüfus ve vatan genişliğini...bir imparatorluğun tasfiyesinden doğduk. bu imparatorluk eski bir çiftçi imparatorluğuydu." (s.247)
"yeni türk insanının ölçülerini kim biliyor? yalnız bir şeyi biliyoruz. o da birtakım köklere dayanmak zarureti. tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti. bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz." (s.250)
tanpınar'dan bir aydın basireti, vizyonu:
"dar muhitlerin dışında, eskilerden zevk alan gittikçe azalıyor. biz galiba son halkayız. yarın bir nedim, nef'i hatta bize o kadar çekici gelen eski musıki, ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek". (s. 251) (ne diyelim haklısın üstad, valla aynen öyle oldu.)
huzur'da yahya kemal sesleri:
huzur'da tanpınar, hocası olan yahya kemal'i selamlamaktadır. yazar, özellikle bazı noktalarda yahya kemal'i ihsan karakteriyle özdeşleştirmekten geri durmamıştır. özellikle ihsan'ı tanıttığı bir kaç yerde şu minvalde sözler söyler: "gençliğinin en parlak ve verimli döneminde yedi sene paris'te öğrenim görmüş, batı klasiklerini yutmuş, fransız şairlerden baudleire, verlaine, mallarme'yi hatmetmiştir. sonra memleketine döndüğünde batılıların hepsini , en sevdiği şairleri bile bırakmıştı. garip bir şekilde kendimize ait olan şeylerle uğraşmış, yalnız onları sevmeye çalışmıştı. bir nevi kendi kaynaklarına dönmüştü. baki'yi, galib'i, nef'iyi, naili'yi, nedim'i, dede efendi'yi, ıtri'yi anlamaya ve tatmaya kendini vermişti." (s. 40- 187)
yazar, hocası olan yahya kemal'in şiir dizelerini mümtaz'a söyletmeyi ihmal etmemektedir:
günler kısaldı, kanlıca'nın ihtiyarları
bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları (s. 211)
sonrada şu yorumu yaptırır mümtaza: "çok büyük bir şey. hiç değişmeyecek bir şey yakalamış. bu sonbahar saati ancak böyle anlatılabilirdi." (tanpınar bu sözleri yazdığında yahya kemal, halen hayattadır. kendisi için ne büyük bahtiyarlık olsa gerek)
"yahya kemal, bizim romanımız, şarkılarımızdır. diyordu hakkı da var." (s. 244)
"işte yahya kemal'le zevkimize gelen o saf şeklinde eskiyi aramak ve duymak arzusu onda yoktu." (s. 263)
tanpınar mizahı:
tanpınar'da güçlü bir espri ve mizah anlayışı vardır. işte bunlara bir kaç misal;
" mümtaz, kendisinden para isteyen dilenciye bakar. dilenci belden aşağısı sakat olan ve ellerine geçirdiği takunyalarla yürüyen biridir. mümtaz dilenciyi şu şekilde tasvir eder: "bu haliyle daha ziyade bir kabusu, yarım doğmuş bir fikri canlandırıyordu."
"ah bu yoldan çıkabilseydi. fakat yürüyebilmesi için yolun ayaklarının altından kaymaması, olduğu yerde durması lazımdı."
tanpınar'dan muzip bir, kadın betimlemesi: "sarışın, iri kemikli, dolgun göğüslü, hülasa, malzeme itibariyle oldukçe zengin ve sağlam."
türk edebiyatında sıra dışı bir karakter: yaşar bey
tanpınar'ın türk edebiyatına kazandırdığı belki de en enteresan karakter; yaşar bey karakteridir. yaşar bey bir ilaçkolik, yani ilaç bağımlısıdır.
"altı senelik sabırlı bir çalışma sayesinde başkalarında kendiliğinden olan birçok şeyler onda ilaçla olmaktadır. yaşar bey ilaçla uyur, uyanıklığın vuzuhuna, kalkar kalkmaz aldığı bir kaç aspirinle erer, ilaçla iştahını açar, ilaçla hazmeder, ilaçla dışarıya çıkar, ilaçla aşk yapar, ilaçla arzulardı. rochei, bayer, merck gibi firmalar onun hayatının belli başlı yardımcılarıydı." (s.159)
"yaşar bey ilaçlardan bahsederken en istiareli dilleri kullanır. c vitamini aldım diyeceği yerde, seksen beş kuruşa bir milyon portakal aldım der... günün saatleri alacağı ilaçlara göre taksim edilmişti. - lütfen hatırlatın, saat tam üçte pepsin'imi alacağım. urotropin almayı unutmuşum, allah vere de bir manasızlık çıkmasa." (s.160)
ahmet hamdi tanpınar'a doyum olmaz. her biri bir vecize olan sözlerinden sadece bir seçki mahiyetinde;
tanpınar'dan inciler:
* fakat bizim memlekette aranan kaybolur. şark oturup beklemenin yeridir. biraz sabırla her şey ayağınıza gelir. (s.10)
* mümtaz etrafına bir sene evveline dönmek için, en kısa bir yol arar gibi bakındı. (s.20)
* devam etmesi lazım gelen işte bu türküdür. çocuklarımızın bu türküyü söyleyerek, bu oyunu oynayarak büyümesi... her şey değişir, değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeylerdir. (s.21)
* çünkü suyun sesi, aşkın, ihtirasın sesinden kuvvetlidir. karanlıkta su sesi insanın içindeki ölüm mayasının dilini konuşur. (s.32)
* annen burada yatıyor demişlerdi. fakat mümtaz bu mezarı bir türlü benimsememişti. o zihninde annesini babasının yanına gömdü. belki de bütün ömrünce ikisini beraber görmeğe alıştığı için, ayrı ayrı yerlerde yattıklarını düşünmek ona ağır geliyordu. (s.35)
* hayır allahtan birşey istemeyecekti artık. onu kaderiyle veya ömrünün arızalarıyla karşılaştırmayacaktı. çünkü istediği şey olmazsa kaybı iki misli olacaktı. (s.44)
* demek ki sade ıstıraplarımız, üzüntülerimiz değil, tesellileri, mukavemet çareleri de miraslarımız arasında. (s.53)
* yatak ve yastık. kaç türlü rüya ve kaç cins uyku vardı burada (s.54)
* mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardı. biri istanbullu olmak, öbürü de boğaz'da yetişmek. üçüncü ve en büyük şartı tıpkı tıpkısına nuran'a benzemek, nuran gibi konuşmak, nuran gibi...(s.75)
* harbin, ihtilalin korkunç tarafı, asırlarca gayretle, terbiye ile, kültürle yendik sandığımız bu kaba kudreti birden bire başı boş bırakmasıdır. (s.93)
* konuşurken ihsan'ın repertuvarını sarf ettiğinin farkındaydı. - demek ki satıhtayım... daha kendimi bulamadım. (s.110)
* bir kadın tarafından sevilmek o kadar tabii bir şeydi. kendisinden yüz binlerce sene evvel başlayan bir tecrübe idi. fakat ölüm gibi, hastalık gibi, ancak şahsımızda duyduğumuz zaman tamamlanan bir tecrübe. (s.134)
* mümtaz için nuran'ın yaşadığı ev, tıpkı acemaşiran bestenin son beytinde anlattığı cennetti. (s.151)
* üsküdar'da hakiki kadın saltanatı var. (s.168)
* niçin bugünü yaşamıyorsun, mümtaz? neden ya mazidesin, ya istikbaldesin. bu saat de var. (s. 180)
* artık zihnimde değil, senin vücudunda düşünüyorum. şimdi vücudun düşüncemin evidir. (s.180)
* kendimizi tanımamızı ve sevmemizi istiyorum... ancak bu suretle insanı bulabiliriz. kendimizi bulabiliriz. (s.245)
* işte bu şarktı. mümtaz'a göre hem şifasız hastalığımız, hem de tükenmez kudretimiz olan şark! (s. 260)
* çabuk vazgeçiyoruz. müslüman şarkın en büyük hususiyeti budur. şark vazgeçer. sade güçlünün karşısında değil, zamanın, tabii zamanın karşısında vazgeçer.(s.323)
* hislerinin değil, düşüncelerinin adamı olman lazım. (s. 333)
* milli olan her şey güzel ve iyidir, ve sonuna kadar devam etmesi lazımdır. (s.345)
* huzur, iç rahatı... (s. 353)
* karşımda akşamı hazırlıyorlardı. tıpkı bir tiyatro dekoru gibi. evvela büyük, çok büyük kalaslar getirdiler. fakat ne kadar renkli şeylerdi. mor, kırmızı, lacivert, pembe, yeşil kalaslar. sonra onları birbirine çaktılar. güneşi asacağız buraya, diyorlardı. (s. 366)
* ya hep, ya hiç. hayır! her şeyden biraz. (s.375)
* istanbul, istanbul diyordu. istanbul'u tanımadıkça kendimizi bulamayız. (s.168) (hangisine kıyak geçerek, koyulaştıracağıma karar veremedim, ikisi de birbirinden çarpıcı sözler.)