16 Şubat 2021 Salı


Ferit Edgü- Van Gogh Yüz Yıl Sonra


* Aşağıdaki yazılar Ferit Edgü'nün, yüzüncü yılında Van Gogh anısına kaleme aldığı kitaptan doğrudan yapılmış alıntılardır. Van Gogh ile ilgili yabancı kaynaklardan müteşekkil büyük bir literatür vardır. Türkiye'den bir yazarın, sanatçı kimliğiyle Ferit Edgü'nün bu literatüre yaptığı katkı oldukça anlamlıdır. Bir Türk yazarın kaleminden Van Gogh'un yaşamını, resimleri ve sanatını okumak baya zevkli.


Çünkü özgürlük de, kurtarıcı ıık da yaratıcılıktadır, resimdedir.

Ama gene de devam eder. Ressam olmaya karar verdikten sonra, yalnızca resim yapacaktır. 

Oysa, karar çoktan verilmitir. Tüm baarısızlıı, bu içinde patlamayı bekleyen ressamlıından kaynaklanıyordur da, ne o, ne bakaları biliyordur.

Dünyanın çamuruna bulamamanın tek yoludur yaratmak. 

Çünkü bakalarının diliyle konuarak sanatçı olunmaz. 

Mutsuzluu, yalnızlıın bir uzantısı olarak, yazgısı olarak kabullendii kesin.

O yalnızca, acının sevince; yalnızlıın birliktelie; gecenin gündüze dönümesini istemektedir.

Belki bu istekle, yıldızlı gecelerin resmini yapmak cesaretini göstermitir.

Ama yaratmak için ilkin kendi sesine sahip olması gerektir.
Ne talihsizlik!
Eitilmemi, kötü, berbat bir sesi vardır.
Kendi kendine, baka okuya eitir sesini. Güzel bir ses deildir aradıı. Kendi sesidir. Mektuplarında hep bu sesi arar. Çiziktirmelerinde hep bu sesi arar. Resimlerinde bu sesi arar.
Çoktan bulmutur sesini. Olsun, o gene arar. Van Gogh, Nietzsche'yi aynı yıl, aynı ay, aynı gün öyle yanıtlayabilirdi: "Günaydın, bana izin verilenleri görmeye çalııyorum." 

ki deli. ki dehâ.
Birinde sözcükler, kavramlar. kincisinde biçimler ve renkler.

Ayna, yaamın aynası, içinde kendisini
görmek istedii ayna, bir deil bin kez kırılmıtır.
Ve hep o kırık ayna imgesi ile yaayacaktır. Tüm otoportrelerini ayna karısında gerçekletirir.
Kendi kendisinin hem modeli, hem ressamıdır. 

"Anari, karamsardır." 

Karamsarlıkta doar ve bu karamsarlıı yansıtır.

Van Gogh'un hayranlık duyduu Japon resminin ustalarından Hokusai, ömrü boyunca, otuz-sekiz kez adını deitirmitir. Her üslûp deiiminde, gelenek gerei, adını (imzasını) da deitirmitir. 

Kimi zaman yenilgiye uramı olmak, zafer kazanmaktan daha önemlidir.

Adı Zafer olan ve tüm yaamı yenilgilerle geçmi bir insan.
Yenilgiyse yenilgi!
Yazgıysa yazgı! 

Yaamın sillesini yemekse, yaamın sillesini yemek!
Ama tüm bunlara karı koyacak olan yaratılan resimlerdir. 

Gün boyu yaratılan, gece boyu dülenen resimler.

Deliler gibi çalıır.

Çoğu kez, bir akıl hastasını iyiletirmek, onu öldürmek demektir. Ya da onu "intihar etmek".

Van Gogh, dünyaya bakan ve gören ve resminde bu gördüü, algıladıı dünyadan yola çıkarak yepyeni, özgün, kiisel bir dünya yaratan sanatçılardandır. 

Tüm büyük ressamlar gibi.
Onun yaamına bakarak resmini, resmine bakarak yaamını kavramamız zor deildir. Acı çekiyordu. Resimleri de acı çeken bir adamın resmidir.

Anari kendi içinde son derece tutarlı.
Düzensizlik kendi içinde düzenli.
Yarın deil, üç ay sonra yapacaı resmi biliyordu.
Tasarlamıtı. Eskizini yapmıtı. Kâıt üzerinde. Bir mektupta. Çünkü eli, dü gücüne, sezgiler­ ine, tek sözcükle yaratıcılıına yetiemiyordu. Bir ayda 50 yalıboya tablo yarattıında bile. 

Ama yaamı, sevinci, mutluluu bilmiyordur. Oysa, her yarattıı resim bir sevinç, bir mutluluktur. Gerçek sevincin, mutluluun elde edilmi sevinç, mutluluk olduunu bilmeyen mi var?
Ödemek gerektir, sevinci de, mutluluu da, akı da.

(ktidarsız Kafka'nın, mektuplarını, romanlarını yazarken orgazm olduuna inanan ben, iktidarsız olmayan Van Gogh'un her baarılı bulduu resmi bitirdiinde orgazm olduuna niçin inanmayayım?) 

Nietzsche, 1889'un bir günü öyle bir not dütür; "Elveda, bana izin verilenden ötesini gördüm."

Van Gogh, Nietzsche'yi aynı yıl, aynı ay, aynı gün öyle yanıtlayabilirdi: "Günaydın, bana izin verilenleri görmeye çalııyorum." 

ki deli. ki dehâ.
Birinde sözcükler, kavramlar. kincisinde biçimler ve renkler.

Van Gogh, 1936 yılma dein yaayacak olsaydı, XX. yüzyıl resim sanatı kukusuz, bambaka bir yol izleyecek, tarihi de bugünkünden farklı olarak yazılacaktı. 

Ama o, resimleri bir kez gerçekletirdiinde (yoksa dourduunda mı demeliyim?) onları unutuyordu. 

Resimleri üzerine titreyen ressamlardan deildi. Üzerine titredii resimler, üzerinde çalıı ya da kafasının içinde olup da henüz gerçekletirmedii resimlerdir. 

Mektuplarında, eski resimlerinden hiç söz etmez.
Yalnızca çalımakta olduu resimlerden ve tasarılardan söz eder.

Resmi "dourmu" ve o resimle artık/sanki bir ilgisi kalmamıtır.

Öylesi bir yaratıcılık, dourganlık içindedir ki domu çocukları deil, dourmakta olduu ve yarın douracaı yapıtlardır onu ilgilendiren. Ona acı çektiren. Onu coturan. 

Ama onlardan farklı olarak bir istei vardır: yaratma özgürlüünün kendisine verilmesi. Çünkü ancak böylece Vincent olarak kalabilir. 

Eer yaratmayı, resmini yapmayı sürdüremezse, ite o zaman gerçekten hastalıına teslim olacaktır. 

Resimde, der, beni yaamdan koparıp alacak yolu arıyorum yalnızca." 

Çou kez krallar kadar zengin olduuna inanır. "Parasal olarak deil elbet, ama (her gün aynı olmasa da), çalımalarımda kendimi tüm ruhum ve yüreimle adayacaım bir eyler bulduum için, bu yaamıma anlam kazandırdıı, esin kaynaı olduu için zenginim."

Ve ne olursa olsun yaamım yönlendirecek ii bulmu birinin, Tanrı'nın büyük armaanına kavutuunu öylesine iyi biliyorum ki kendimi bahtsızlar arasında saymam söz konusu deil."

Van Gogh, son derece açık bir biçimde gerçek kurtuluu dile getirir: "Herkesin kendi düümünü kendinin çözmesi gerek."

"Devam etmek, devam etmek, ite gerekli olan bu..." 

"Devam etmek... devam etmek.. diye yazmıtır. Ama neye devam edecektir? Yalnızlıına. Yaratmaya. Resme.
Çünkü yaamının tek dayanaı resimdir. Deliliinin tek denge öesi. 

Deliliinin tek denge öesi. 

Van Gogh'un ölüm döşeğinde kardeşi Theo'nun kulağına fısıldadığı son sözleri: "Bir cehennemde yaadım. Gittiim yerde daha kötü bir cehennem olamaz.''


                    Theo'ya Mektuplar- Vincent Van Gogh



                                        


*Aşağıdaki yazılar Van Gogh'un kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplardan doğrudan yapılmış alıntılardır. Van Gogh'un ressamlığa başlama süreci, bu esnada karşılaştığı zorluklar, bu zorluklarla nasıl baş ettiği ya da edemediği, resim, sanat ve doğa hakkındaki felsefi ve teorik görüşleri barındırması bakımından bu mektupların gün yüzüne çıkarılması oldukça önemlidir.

Bir zamanlar, korkunç azmi ve içten duygularıyla cesaret kırıcı bütün tersliklerle -açıkça tam bir yeteneksizlik- mücadele etmeyi üstlenen bir res­sam yaşamışsa, bu Vincent van Gogh’tur.

İlk es­kizlerinde en iyimser eleştirmenler bile ilerisi için hiçbir ümit ışı­ğı bulamamışlardır. Fakat inanılmaz bir azim ve hırsla Brüssel’de, Haag’da, Nuenen’deki baba evinde ve Antwerpen’de çalışarak yatkın olmayan elinin en sonunda gözünden ve ruhun­dan gelen emirlere itaat etmesini sağlamıştır. 

Üstün yetenekli veya sanat konusunda yeterince bilgi sahibi olan diğer birçokla­rı gibi değil de sadece, her şeyden çok resim çizmek istediği ve sabır, sebatla, çalışmayla anlatım yolunu bulacağına inandığı için en sonunda bir sanatçı olabilmiştir. 

Vincent yeteneksizliğini sadece kabul etmekle kalmıyor, onu bazı durumlarda vurguluyordu da. Doğanın ondan bazı şeyleri esirgediğini bildiğini, ama yoğun bir çalışmayla bunları elde edebileceğini herkese kanıtlamak istiyordu. Yeteneğe bir önyargı gözüyle bakıyordu 

Fakat bu öğrenme süreci ne kadar zor geçmiş, ne kadar uzun sürmüştü! Benzersiz bir fedakârlık ve ça­lışma hırsı ile insanın hissettikleri ile becerebildiklerini ayıran çe­likten duvarlan sabırla yıkmıştır. Resim sanatı tarihinde bunun­la ölçülebilecek bir başka örnek yoktur.

Modern sanatın başlangıcında, kendini tembel ve beceriksiz olmaktan yepyeni bir dünyanın yaratıcılığına dö­nüştüren bir insanın, yorulmak bilmez uğraşları durmaktadır.

Dünyayı etkileyebilmek için insanın kendini feda etmesi gerek­mektedir.

İnsan yalnızca mutlu olmak ve namuslu yaşamak için dünyaya gelmemiştir. Topluma yararlı olabilmek, ruh yüce­liğine erişmek ve hemen tüm insanların varlıklarının içinde sü­rüklendiği bayağılığı aşabilmek için yaratılmıştır insan. 

1879 kışından sonra Vincent tüm olarak yapıcı sanata dönmüştür. Artık bugüne kadar oldu­ğu gibi ara sıra değil, sıkı bir çalışma hırsı ve hatta inatçılığa va­ran bir sabırla çiziyordu. 

Sabret, önceden ne olacağımı bilmememe rağmen, bir işçi gibi çalıştığımı belki sende görürsün; herşeye rağmen biraz insani özellikler taşıyan karalamalar yapabilmeyi istiyorum. 

Fakat her seferinde daha az çalışmak yada aç kalmak şıkla­rından birini seçmem gerektiğinde, ben hep aç kalmayı tercih et­tim. 

Yaratıcılık bitmez tü­kenmez bir arayış, sonsuz bir cesaret, sonu ve sınırı olmayan bir macera olmuştur. 

Vincent Mart 1886’da Paris’e geldiğinde 33 yaşındaydı ve 6 yıldır öğrenim görmekteydi. Fakat hâlâ bilgisini arttırmak için çok çalışması gerekiyordu. 

1879 kışından beri onda karakteris­tik hale gelen çalışma hırsını Paris’te de gösteriyordu 

Onun boş atölyede öğleden sonraları tek başına nasıl çalıştığını anlatmaktadır. Hiç yorulmamacasına çiziyor, beğenmediği es­kizleri yırtıyor, çizdiklerini kontrol ediyor ve zaman zaman kâğı­dı yırtacak kadar hırsla, vahşice siliyordu. 

resim yapmanın her şeyden önce yeteneğe bağlı olduğu inan­cındalar, -evet, bir yetenek işi ama onların düşündükleri gibi de­ğil. İnsan ellerini kullanmalı ve yeteneğin kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemeden başlamalı, işte zor olan bu başlangıçtır. Şüphesiz ki bir şeyler var, ama kesin olarak hiçte onların düşündükleri gibi değil. İnsan çalışarak öğrenir, resim yaparak da res­sam olur. 

Yaşamakla resim çizmek sanki aynı şey, insan çabuk ve kararlı davranmalı, olayları enerjik bir şekilde kavrayarak, anahatları çabucak ortaya çıkarmalıdır. Burada tereddüde, şüpheye yer yoktur. Eller titrememeli, bakışlar etrafa yönelmeden yalnız ge­rekli olanın üzerinde yoğunlaşmalı ve insan yaptıklarına öylesi­ ne dalmalı ki, boş tual veya kağıdın üzerinde ortaya çıkardıkla­rına kendisi bile şaşmalıdır. Hesap kitap, uygulamaya başlama­dan önce yapılmalıdır. Zira uygulama başladığı anda düşünme­ye ve hesap etmeye yer yoktur.

Elimden geleni yapacağım, hatta yaptıkla­rım orta karar bile olsa hiçbir şekilde küçümsemeyeceğim. Zaten insan orta karar olanı küçümserse, belli bir düzeyin üstüne de çı­kamaz. Kanımca herhangi bir şekilde başlanmalı, sıradan olanla­ra da saygı duyulmalı, bunlarında bir anlamı olduğu ve ancak büyük bir çaba gösterilerek erişilebildiği unutulmamalıdır. 

Yaşamakla resim çizmek sanki aynı şey, insan çabuk ve kararlı davranmalı, olayları enerjik bir şekilde kavrayarak, anahatları çabucak ortaya çıkarmalıdır. Burada tereddüde, şüpheye yer yoktur. Eller titrememeli, bakışlar etrafa yönelmeden yalnız ge­rekli olanın üzerinde yoğunlaşmalı ve insan yaptıklarına öylesi­ ne dalmalı ki, boş tual veya kağıdın üzerinde ortaya çıkardıkla­rına kendisi bile şaşmalıdır. Hesap kitap, uygulamaya başlama­dan önce yapılmalıdır. Zira uygulama başladığı anda düşünme­ye ve hesap etmeye yer yoktur.

Eğer resme armo­ni katılmak istenirse, ter içinde kalıncaya kadar çalışmak gerekir ve bu arada düşünmeye hiç fırsat yoktur 

Ve her zaman bunun böyle sürmeyece­ği, ileride ilham duyulmayan, bedbin günlerin de gelebileceği unutulmamalıdır. 

Başlangıçta doğa çizere daima güçlükler çı­ karır. Ama gerçekten başarmak isteyen biri bu güçlükler karşı­sında mücadeleden vazgeçmez, tersine bu güçlükleri yendikçe, üstesinden geldikçe insanın hevesi artar ve sonunda gerçek res­samla doğa birbirlerini bulurlar 

Yenmesi gereken şeylerin içinde kendi eli de vardı. Elinin itaat etmeye başlamasıyla bu mücadele için gerekli ümide kavuşmuştu. Mücadelesinde esas olan ise her zamanki korkunç hızı idi. Bir işe ilk adımı atmak başarmanın yarısıdır. 

Ama çileli bir insan olan ben yaşamımdan daha değerli olan ya­ratıcı gücüm olmaksızın hiçbir şey yapamam.. 

Geçirdiği bir yıllık süre içinde Vincent 190 yağlı boya ve 108 kara kalem çalışması yapmıştır: Jan Hulsker’in he­saplamasına göre haftada ortalama dört yağlı boya tablo ve iki kara kalem çalışması. Bu ancak bir rüzgâr hızıyla gerçekleştirile­ bilirdi ve ressamı yaratırken mutlu ederdi. Kendine olan güveni de artmıştı.

Yaşayabilmek için kendisinden daha büyük bir şeye ihti­yacı vardı. Aradığını sonunda buldu ve ona yaratma gücü adını verdi. 

Do­ğal yeteneği olmayan van Gogh ise, amansız bir irade gücüyle görsel tekniklere hâkim olma mücadelesi veriyordu. 

Önceleri sebepsiz gibi görünen inancı burada parlak bir zafer kazanıyordu. 

İşine ayırdığı zihin enerjisi âdeta bireyselliğini kemiriyor onu ayakta tutan güçleri tüketiyordu 

"Dua et ve çalış”. 

Umarım mutlu ve verimli bir yıl ge­çirirsin. Şu yaşadığımız yıllar çok önemli, gelecekteki birçok şey bunlara bağlı.

“İki yana düşmüş ellerinizi kaldırın,” diye yazar Incil’de, “dermansız dizlerinizi de..” Sonra müritler bütün gece çalışıp da hiç balık tutamadıkla­rında, “yeniden denize çıkın, daha derinlere gidin, ağlarınızı yeniden serin” denmiştir onlara. 

Basit ve düzenli çalışmaya alışmak, bunda direnmek, geçirdiğim bütün o duygusal yıllardan sonra, kolay değil. 

Yorgunsak eğer, bu daha önceden çok uzun bir yolu yürüdüğümüzden değil midir? 

Ah, kendimden duydu­ğum bu kuşkudan kurtulabilsem, sonunda kazanacağıma, başaracağıma de­ğin kesin bir inanca kavuşabilsem!” Bir ses karşılık vermiş ona: “Kesinlikle bilseydin, ne yapardın o zaman? Kesinlikle inanıyormuşcasına davran şimdi, yanılmayacaksın. “Ve adam kuşkuyla değil de inançla dolu olarak yoluna gitmiş, işinin başına dönmüş, artık kararsızlık, ikirciklik yokmuş içinde. 

Tüm içtenliğiyle yaşayan, türlü dertlerle, binbir düş kırıklığıy­la karşılaşan, ama bunlardan yıkılmayan, bunlara boyun eğmeyen kişi, işleri her zaman rast gitmiş ve görece bir refah içinde yaşamış kişiden çok daha değerlidir. 

İnsan bir tek konuda tam anlamıyla ustalaşırsa ve o tek konuyu çok iyi anlamışsa, fazladan daha birçok şeyi de derinden kavraya­cak, anlayabilecektir.

Şimdi tutturduğum yolu sonuna dek sürdürmek zorundayım; okumaz­ sam, kendi bildiğim gibi çalışmazsam, hiçbir şey yapmazsam, aramaktan vazgeçersem, işte o zaman yok olurum. En acı yazgı olur benimki. 

İnsanı kendi içinde kapalı tutan, çevresine aşılmaz duvarlar ören, hatta, sanki toprağa gömen şey nedir, her zaman bilemeyebilir, ama, yine de birtakım parmaklıkların, kapalı kapıların, duvarların varlığını hissede­riz. Bütün bunlar hayali mi, kafamda uydurduğum fanteziler mi? Sanmı­yorum. Sonra soruyorsun kendi kendine: “Tanrım! Daha çok sürecek mi bu? Hep mi böyle sürüp gidecek? Sonsuzluğa dek mi? 

İnsanlar çoğu kez ellerinde olmayan nedenlerden dolayı hiçbir şey yapamama durumunda kalırlar. Kim bilir hangi korkunç, korkunç, çok kor­kunç kafesin içine hapsolmuşlardır. Kurtuluş da var bir yerlerde, biliyo­ rum, geç kalmış bir kurtuluş. 

Kee’ye olan aşkımın ger­ çek anlamını da bu yolla görebiliyorum ve şimdi artık çalışmaya başladım ya, sevdiğimin uğruna çalışacağım, onun uğruna, yeniden melankoliye ka­ pılmayacağım, sinirimi bozmayacağım 

Kendi kendime söz vermiştim: melankoliye kapılmayacağım, sersem­lemeyeceğim ki, tam ilerlemeye başladığı sırada çalışmalarım aksamasın. 

Suluboya resim yapamıyorsam bunun başlıca nedeni, desen konusunda daha uzun süre çalışmaya, oranlama ve perspektifi daha iyi öğrenmeye gereksinmem oluşu. 

“Sanat bir savaştır, bu işe başını koymak gerek”. “Birçok köle gibi çalışmak söz konusu: Kendimi kötü ifade etmektense hiçbir şey dememeyi yeğlerim”. 

Theo, ekmeğim sizin eli­nizde, bana yüz mü çevireceksiniz? 

Ancak, bunları bana geri göndermeni istiyorum. Bir yıl sonra, herhalde çok daha değişik çiziyor olacağım ve çalışmalarımın temeli de bu etüdler olacak 

Başka türlü düşünemiyorum, dertsiz, sıkıntısız bir yaşam aramıyorum; yalnızca bunların dayanılmaz hale gelmeyeceğini umuyorum... Çalışabildik­ten, senin gibi birkaç kişinin sevgisine sahip olduktan sonra, neden dayanıl­maz olsun dertler, sıkıntılar? 

Böylece gücümün büyük çoğunluğunu da dertlere sıkıntılara değil, çalışmalarıma harcayabili­ rim. 

Böylece gönderdiğin parayla serseri bir yaşam sürmediğimi de göreceksin. 

Yeterince zaman kaybettim, çalışmalarıma yeniden başlamalıyım. Böylece, iyi olsam da olmasam da, de­ sen çizmeye koyulacağım, düzenli olarak, sabahtan geceye kadar. 

Çalışmadan duramayacağım artık. Sanat kıs­kanç mı kıskanç, hastalığı kendisine yeğ tutmamızı istemiyor, ben de onun emirlerini yerine getiriyorum. 

İnatçı sözcüğünden her şeyden önce sürekli, duraksız çalışma anlıyo­rum; ama bunun yanı sıra, şu ya da bu kişi şöyle ya da böyle dedi diye ken­di görüşlerinden vazgeçmemek de var işin içinde. 

Kardeşim benim, birkaç yıl içinde, hatta, belki de şimdiden azar-azar, elimden çıkmış iyi işler gör­meye başlayacaksın, bunlar benim için yaptığın fedakârlıkların karşılığı ola­cak. Öylesine içtenlikle umuyorum ki bunu. 

Şu küçük beşiği inatla yüz kez daha çizebilmeyi umuyorum -bugün­ künü saymadan. 

O alandaki eksiklerimi tamamlayacağım ama, desen çizer­ken ve perspektif kurarken elimin yanılmayacağı duruma gelinceye dek çok çok çalışarak. 

Israrla desen yapmayı sürdürmemin iki önemli nedeni olduğunu anlar­sın umarım. Birincisi, en önemlisi, elimin desende hiç şaşmayacak duruma gelmesi isteği.

Uzun ve sürekli çalıştıktan sonra, bir şimşek hızıyla desen yapabilmeyi sağlıyor bu -deseni bir kez kurduktan sonra da, gene şimşek hızıyla boyaya­ bilirsin artık..

Bırakma kararım vermemin nedeni de, birtakım başka etkenlerin yanı sıra, desenimden tümüyle emin olmamamdı. Ancak, yalnızca desen yap­makla uğraştığım altı ay geçti aradan 

Oysa şimdi, gemimi suya indirdim.

Kendime bulduğum çare senin de işine yarar gibi geliyor -açık havada gezmek, resim yapmak. 

Ama asıl ilacım resim yapmak. 

Resim yaptıkça daha çok yap­mak istemesi de cabası... 

Neyse, ilerleme ancak çalışıp çabalamayla gerçekleşecek 

“Hayatta yapacağı işi bulmuş olan kişi Tanrı’nın inayetine kavuşmuştur”. 

Öte yandan, şurası da bir gerçek ki, kötü iş çıkardığında duyduğun hoşnutsuzluk, bir şeyleri başaramamak, teknik zorluklar, korkunç melanko­liye kaptırabiliyor insanı. 

Sonra, bu umutsuzluğu, bu melankoliyi yutmak, kendi kendine olduğun gibi katlanmak, kenara çekilip vazgeçmek için de­ğil, tüm eksiklerine, kusurlarına ve bunların üstesinden gelebileceğinin şüpheli olmasına karşın çabalamaya devam etmek için... işte bunlar da res­ samların mutlu olmamalarının sebepleri... 

Kendi kendinle savaşmak, daha iyiye, daha güzele doğru gitmeye ça­balamak, enerjini yenilemek... 

Borinage’ın tablosunu yapmak öylesine zor, öylesine görece tehlikeli bir şey ki, o sırada insanda rahat, huzur, keyif, hiçbir şey kalmaz. Gene de elimden gelse girişirdim bu işe.

Bir ressam, ilk dönemlerinde, bilincine varmadan yaşamı kendi kendisi için zorlaştırıyor -işin ustası olmadığı duygu­ sundan kaynaklanıyor bu- günün birinde ustalaşıp ustalaşmayacağım kesin olarak bilmemesinden -ilerleme kaydetme hırsından, kendine güvenememesinden- karmakarışık bir çalkantı, heyecan duygusundan kurtulamıyor ve as­lında acele etmek istememesine karşın, garip bir aceleye kaptırıyor kendini. 

İnsanın olgunlaşabilmesi için zorluklara, acılara katlanması gerek. 

Beni ilgilendiren, doğrudan doğruya benim sorumluluğumda olan şey, içine düştüğüm durumları en iyi biçimde değerlendirebilmek ve elimden geldiğince ilerlemeye çalışmak... imgelemimde ciddî çalışmalarla dolu uzun yıllar canlandırıyorum -ilk otuzdan çok daha güzel geçecek yıllar.. 

İngilizlerin şu deyişi çok doğru “bir işin iyi yapılmasını istiyorsan kendin yapacak­sın, başkasına bırakmayacaksın.” 

Bana sorarsan, çoğu kez krallar kadar zenginim. Parasal olarak değil el­bet ama (her gün aynı olmasa da) çalışmalarımda kendimi tüm ruhum ve yüreğimle adayacağım bir şeyler bulduğum için, bu yaşamıma anlam kazan­dırdığı, esin kaynağı olduğu için zenginim. 

Ne olursa olsun, ya­şamını yönlendirecek işi bulmuş birinin, Tanrı’nın büyük armağanına ka­ vuştuğunu öylesine iyi biliyorum ki, kendimi bahtsızlar arasında saymam olasız. 

Demek istediğim, belirli, görece büyük zorluklar içinde olabili­rim, yaşamımda kasvetli günler olabilir, ama bahtsızlar arasında adımın geç­mesini istemem; doğru da olmaz bu. 

Yapmak istediklerimi yapmayı beceremediğimde yalnızca ken­dimi suçladığımı da bilmeni isterim.

Yani, birkaç yıl içinde, tüm sevgimi, yüreğimi ortaya koya­rak, enerjiyle çalışarak bir yapıt oluşturmalıyım. 

Kabullenilmesi gereken olgu şu: Resim çalışmalarım dışında her şeye kapalı olmaya kesin kararlıyım. 

Kendimle ilgili olarak bildiğim bir şey de şu: Kişinin yaşamında en önemli şey görevinden dönmemesi, görevi konusunda uzlaşmaya girişme­mesi.. Görev mutlaktır. Peki, ya sonuçlar? Onlardan sorumlu değiliz; ama görevimizi yapmak mı yapmamak mı seçiminden kesinlikle sorumluyuz. 

İstediğim, yaptığım bir iş altı kez kötü çıkarsa ve ben cesaretimi yitirmeye başladığımda, ‘şimdi yeniden, yedinci kez denemelisin’ diyebilecek biri.. 

Yeteneğin kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemek yanlış. Evet, içinde bir şeyler ola­cak elbet, ama milletin ileri sürdüğü gibi bir şey değil. Çalışmakla kusur­suzluğa varılabilir: İnsan resim yapa yapa ressam olur. 

Ve birden içime öyle sıkıntı bastı ki, unutabilmek için bir şey­ler çiziktirmek zorunda kaldım. 

Her geçen gün şuna daha çok ina­nıyorum ki, en önce doğa ile boğuş­mayan insanlar hiçbir zaman başarıya ulaşamıyorlar. 

Her neyse, ne olursa olsun, insanlar yaptıklarımı ve bunları yapış biçi­mimi ister onaylasınlar ister onaylamasınlar, ben, doğa bana sırrını açıncaya değin onunla boğuşmaktan başka bir yol bilmiyorum kendim için. 

Başarısız bir şey yap­mayı, boş oturup hiçbir iş yapmamaya yeğlerim. 

Gü­cüm ve hevesim yerindeyken deli gibi çalışmaktan başka ne yapabilirim? 

Ki asıl yaşantım o benim, yani, yaratma gücüm... 

Tersine, yaşamak ve birçok şey yapabilmek için sükûnet, enerji ve cesaret ilham eden bir din olmalı. 

İpin ucunu yakalamış durumdayım artık ama çok karışık bir iş. 

Uzun mektup yazmıyorum, çünkü yarın sabah çok erkenden, sabahın serin ışığında resim yapmaya başlayıp akşama tuvali tamamlamak niyetin­deyim. 

Çalışma açısından bu son ay fena geçti sayılmaz; üstelik çalışmak beni avuttuğundan, daha doğrusu de­netimi yitirmemi engellediğinden, kendimi çalışmaktan alıkoymuyorum. 

Yaşam böylece geçip gidiyor, zaman geri gelmiyor; bense işte bu yüz­ den, kaçan çalışma fırsatlarının bir daha elde edilmeyeceğini bildiğim için, hiç durmadan çalışmaya kararlıyım. 

Şiddetli bir kriz sonucu resim yapma yetisini tümüyle yitirebilecek benim gibi biri için özellikle önemli bu. 

Çünkü her gün yeni baştan saldırıya geçti­ğinde, başarı ile bitirdiğin işlerin sayısı kadar tuval bozmak zorundasın aynı zamanda. 

Doğaya bakarak yılmadan çalışırsan, önceden kendi­ ne “şunu ya da bunu yapmak istiyorum” demeden, sanki bir çift pabuç yapıyormuşsun gibi sanatsal endişeler duymadan çalışırsan, belki her zaman iyi işler çıkarmazsın ortaya, ama kimi günler hiç beklemediğin bir anda öyle bir konu yakalarsın ki, bizden önceki büyüklerin işleriyle boy ölçüşecek güçtedir.