mustafa kutlu- ya tahammül ya sefer
ya tahammül ya sefer, birbiriyle ilintili küçük hikayeciklerin, bütünde büyük hikayeyi oluşturduğu, mustafa kutlu kitabıdır.
1983 yılında yayımlanmış olmasına rağmen günümüz siyasi konjonktürü ve onun siyasi aktörlerine dair güncel ve yerinde tespitler barındırmaktadır. yazarın neredeyse 30 yıl öncesinden günümüzü okuması sanatçının basireti, ufku, vizyonuyla açıklanabilir. kitabın çok okunması ve 32 baskı yapması da bunun bir neticesi.
hikayede babalar ve oğulları arasındaki nesil çatışmaları ana temalardan biri sayılabilir. bunun yanısıra gençliğinde dava peşinden koşan, samimi, idealist gençlerin üniversite hayatından sonra dünya meşgalelerine dalmaları sonucu eski değerlerini, hassasiyetlerini unutmaları ve dört bir tarafa savrulmaları da ana temalardan bir diğeridir. dünün samimi dava aşıkları, bugünün dünyanın rengine kanmış, masa-kasa-nisa şeytan üçgenine mağlup olmuşlarıdır.
hikaye kişileri kısaca;
asım: eskilerin anadoludan gelen idealist, muhafazakar genci, şimdilerin seküler yaşam tarzına sahip, oportünist iktisat profesörü.
yunus: eskilerin yoksul ve imanlı avukatı, şimdilerin ikbal için eşinin başındaki örtüyü çıkarttırmış zengin siyasetçisi, vekili ve hatta bakanı.
murat abi: dava adamı. fakir kalmış kendini yenileyememiş, arkadaşları teker teker davayı terkedip mal, makam, mevki edinirken, kendisi yeni dünyaya ayak uyduramamış, evlenmemiş, yoksul kalmış. şimdilerde yayınevi sahibi ama borçları yüzünden yemek kitabı çıkarıp, çok satılmasını bekleyip, borçlarını ödemenin hesabını yapıyor. bunu yaparken de delikanlılığına laf gelmesin diye takla atıyor. işte yemek meselesi bu kadar önemli, milletlerin hayatında yemeğin yeri ve önemi vesaire. dolayısıyla hem kendine itiraf edememekte yaptığı işi hem de hem kendisini hem etrafındakileri kandırmakta.
ilhan: profesör asımın oğlu. içine doğduğu ailenin çağdaş, seküler hayat tarzını beğenmiyor. arayış içinde. muhafazakarlığa göz kırpıyor. babasının geride bıraktığı değerleri ihya peşinde. babasının toy (!) zamanlardaki yolundan gidiyor. babası içten içe anlıyor durumu, seviniyor ve fakat kendisine dahi itiraf etmeye çekiniyor.
dava delisi kerim: kundura tamircisi, saf, fedakar anadolu delikanlısı. gençliğin gidişat fotografını çekmekle meşgul. sosyolojik değerlendirmeleri tam isabet.
hikayede retrospektifler, günümüz anlatımları ve gelecek tasvirleri var. postmodern sayılabilecek anlatım teknikleri var. misalen; hikayenin kurgulanış biçimi, anlatım teknikleri, hikayenin anlatımındaki bakış açısı değişiklikleri, zaman zaman yapılan kaynağı belirtilmemiş alıntılar vs.
iktisat profesörü asım gençliğinde bir medresede çıkarılan bir dergi etrafında toplanan idealist gençlerden biridir. davaları vardır ve bu dava uğruna mücadele etmektedirler. asım her türlü fedakarlığı yapmaya hazırdır. parlak ve idealist bir genç olması hasebiyle gelecek vadetmektedir. bir fabrikatörün alımlı kızına gönlünü kaptırmasıyla birlikte çocukluk ve gençliğinde yaşadığı hayatı terketmek durumunda kalır, makas değiştirir, sınıf atlar. şimdilerin röpdoşambrlı zengin, laik, seküler hayat yaşayan, aynı zamanda geçmişteki sıkı zamanlarına, idealist ve samimi düşüncelerine özlem duyan birisidir. geride bıraktığı dünyadan arkadaşlarını gördüğünde veya anımsadığında içi cız eder. ne var ki samimi arkadaşlarından çoğu da onun gibi gömlek değiştirmiştir ve yeni dünyalarında mesut olmasalar bile yaşamaya çalışmaktadırlar.
hikayedeki dramatik kurgu ve çatışma, asımın oğlu ilhan karakteri üzerinden gelişmektedir. hikayenin tabiri caizse hikayesini ilhan etrafında olup bitenden öğrenmekteyiz. ilhan burda merkez konumdadır ve etrafında olup bitenleri öğrenmemiz için hikayede fener görevi üstlenmiştir.
profesör asım'ın oğlu ilhan, henüz ergenlik yaşlarındadır ve anne-babası merkezinde gelişen hayatından memnun değildir. yaşanan seküler yaşam tarzını sıkıcı, yapay bulmakta ve kendini bu dünyaya ait hissetmemektedir. ne var ki gençtir ve henüz bunlara alternatif olacak bir yolu yordamı felsefesi yoktur, gelişmemiştir. ilhan tepkiseldir, aykırıdır, sancılar çekmektedir. bir gün her ne olduysa babasının kütüphanesine dalmasıyla babasının gençliğinde okuduğu, beslendiği, zihnini şekillendiren kitaplarla, dergilerle, fikirlerle tanışma fırsatı bulur ve bunları kendine yakın hisseder. okudukça, tanıdıkça ailesinden ve anne-baba-ablasının yaşadığı seküler, çağdaş hayattan daha fazla uzaklaşır.
ilhanın beslendiği kaynaklar, daha önce babasının da beslendiği fikri kaynaklardır. bu kaynaklar daha ziyade milliyetçi-muhafazakar sayılabilecek bir müktesebata sahiptir. bu kaynaklarda kavram setleri olarak; dava, cemiyet, fikir, ideal, fedakarlık, çalışmak sayılabilir.
ilhanın yürüyecek yol bulma arayışları bize profesör asım ve arkadaşlarının da vakti zamanında yaşadıkları hakkında ipuçları verir.
hikayedeki profesör asım ve bakan yusuf kişileri, o dönemde taşradan merkeze okumaya ve buraya yerleşmeye gelen muhafazakar gençlerin numuneleri konumundadır. burada eski bir medresede kendilerine fikir ve yaşayış olarak oldukça benzeyen gençlerle memleketi kurtarma peşinde koşmaktadırlar. ne var ki hayat uzundur ve hayatın da onlar için hazırladığı sıkı imtihanlar vardır.
ez cümle, netice olarak; ya tahammül ya seferi', sezai karakoç'un "masal" şiirinin tefsiri olarak da okumak mümkündür. şiirde de batıyla savaşmak için gönderilen oğulların, teker teker yenilerek dönmeleri anlatılır. şiirde çocuklardan her biri zayıf noktasından yakalanarak batının değerlerine mağlup olmaktan kurtulamaz. kimi statü ile kimi iktidarla kimi sermayeyle kimi kadınla aldanır ve mağlup olarak döner.
yine aynı şekilde ya tahammül ya sefer, günümüz islamcılarının davaya mücahitlik iddiasıyla başlayıp, yarışmayı muktedir ve müteahhit olarak sürdürmelerinin de bir hikayesi olarak okunabilir. kutlu'nun 1983 yılından bunu görüp, doğru okuması, sanatçıdaki uzun farların keskinliğiyle açıklanabilir.
son olarak; hikayede ilhan'ın, babasının gençliğinde yürüdüğü, şimdilerde ise terkettiği yoldan yürümeye karar vermesi, bana nuri bilge ceylan'ın ahlat ağacı filmindeki baba oğul hikayesini anımsattı. filmde baba, yıllardır herkesin tepkisine aldırmadan, su çıkmaz bir toprakta kuyu kazmaktadır ve suyu çıkaracağına inanmaktadır. oğlu da başlarda herkes gibi babasını eleştirir ne var ki baba tam kuyu kazmaktan vazgeçtiğini açıkladığında oğlu bu fikre tahammül edemez ve filmin final sahnesinde, oğulu babasının kaldığı yerden kuyuyu kazmaya devam ederken görürüz. bu yönüyle ya tahammül ya sefer hikaye kitabındaki baba-oğul ilişkisi ve de devamlılığının aynısını, ahlat ağacındaki baba ve oğul ilişkisinde de görmemiz mümkün.
kim bilir belki de çoğumuz, başlarda şiddetle karşı çıksak da sonralarda, babalarımızın hayatını yaşamaktan kendimizi bir türlü alamıyoruzdur...
kitaptan kısa...
''sabahı beklemeyiniz dostum geceden yola çıkınız. olur ki uyuyakalırsınız. sırtınızdaki çıkında ebedi gayeninin dürülmüş azıkları varsa ne mutlu size. gece serindir, yapraklardan süzülen yel gözlerinizdeki yaşları kuruturken ruhunuzda kâinatın derin sessizliğini taşıyarak sabaha doğru yürüyüp fecri başlatınız.
cemiyetin vahşi, zehirli bitkilerle dolu, her dalında uğursuz baykuşların manasız telkinler yaptığı sık ağaçlı ormanlarında çetin yolculukların başlangıcı için sabahı beklemeyiniz. sabahı beklemek öğleni, öğleni beklemek akşamı beklemek gibi bir ruh gevşekliğini doğurur.
beynimizi tırmalayan zaruretleri mi hatırlatıyorsunuz. evet hayatın zaruretleri ayaklarımıza dolanmış zincirlerdir ve ıstıraplarımıza çeşni katarlar. fakat bu vahşi sahayı geçmek için hiçbir zaruret kâfi bir mazeret değildir. ruhumuzu aldatmayalım, ebedi gayeye ihanet etmiş oluruz.
durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiği, yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? en acı kayıp budur: gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatla, zaruretle uyuşmaları...'' s.50
ha bu arada yine kitaptan:
"Ne kaçıp gitmek, ne ekip biçmek. Sefer de içimde, tahammül de." s.123
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder