Tımothy A. Pychyl- Prokrastineyşın
* Aşağıdaki yazı Timothy A. Pychyl'lin Türkçe'ye Prokrastineyşın diye tercüme edilen kitabından yapılmış alıntılardan müteşekkildir.
İnsanların lüzumsuz ertelemelerle kendi kendilerini nasıl ve neden sabote ettiğini anlamak...
Fark yaratacak olan şey de, sizin kendi hayatınızda bu fikirleri uygulamaya geçirmeniz.
Harekete geçmeye neden gönülsüzüzdür? Neden kendi kendimizin en azılı düşmanı haline geliriz?
Neden kendi hedeflerimizi gerçekleştirme uğraşımızı yine bizzat kendimiz sabote ederiz?
Çıkarımıza en uygun davranışın harekete geçmek olduğu anda gösterdiğimiz bu gönülsüzlüğü, ayak diremeyi anlamamız gerekiyor.
Savsaklama alışkanlığı aslında nüfusun en az % ıo’unda bir hayli kronik düzeyde seyrediyor ve insan hayatını pek çok bakımdan olumsuz etkiliyor.
Sizi işinizi yapmanızdan ve kendinizi iyi hissetmenizden alıkoyan ertelemelerin…
[Savsaklamak, hayatın gerçeklerinden kaçmaktır.]
İyi Yaşamak ve İyi Ölmek.
Savsaklama davranışıyla ilgili anket çalışmalarında yüksek puan elde eden katılımcıların genel başarı düzeyleri de düşük çıkıyor.
Aynı kişilerin daha fazla olumsuz duyguyla yüklü oldukları ve hatta belirgin bir biçimde daha fazla sağlık sorunundan şikayet ettikleri de bulgular arasında.
Tam da bir işi savsaklarken, yani fiilen yapmamız gereken işle uğraşmıyorken, bize o ana dair duygularımız sorulduğunda ilk yanıtımız "Kendimi daha mutlu hissediyorum," olmuyor. Hissedilen şey daha ziyade içinde suçluluk duygusunun da bulunduğu bir duygular karışımı oluyor. Dolayısıyla en nihayetinde savsaklama davranışı bize kendimizi iyi hissettirmiyor ve bilhassa uzun vadede bu daha da geçerli hale geliyor.
Savsaklama alışkanlığının insan sağlığını gerçekten de tehlikeye attığını ortaya koyan bu hayli ilgi çekici araştırmaya göre kişinin bir işi savsaklaması bedenini iki yönden olumsuz etkiliyor. Birincisi, savsaklama strese neden oluyor ki bu da bağışıklık sistemini zayıflatarak bireyin sağlığına zarar veriyor.
Savsaklama davranışı, iş performansımıza, ruh sağlığımıza ve hatta beden sağlığımıza genellikle zarar verir ve nadiren fayda sağlar.
Savsaklama, hayatın gerçeklerinden kaçmakla ilgili bir sorundur. Hedeflerimizi savsaklarken aslında kendimizin en azılı düşmanı haline geliriz. Söz konusu olan kendi hedeflerimiz, kendi görevlerimiz ve bunları gereksiz yere erteleyen de bizzat kendimiziz.
Filozofların da, psikologların da bıkmadan usanmadan söyledikleri şey aynı: Mutluluk, insanın önüne koyduğu hedefler uğruna verdiği çabada yatar.
Bütün mesele, hayatta hedeflediğimiz şeyleri savsaklarken aslında hayatlarımızı erteliyoruz.
Önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşmak için kullanabileceğimiz zamanı göz göre göre ziyan ediyoruz. bize anlamlı gelen bir şeyin peşinden gitmeye, onun için uğraş vermeye kendimizi adamamızdır asıl olan.
Yaşayabileceğimiz sınırlı miktarda bir zaman var. O zaman bunu niye ziyan edelim ki? Yapmak istediğimiz veya yapmamız gereken işlerden kaçarak zamanı çarçur etmeye ne gerek var?
Savsaklama davranışını varoluşsal bir rahatsızlığın semptomlarından biri olarak ele almanın gereğine her oturumdan sonra biraz daha ikna oldum.
Hayatımızın dizginlerini ele almak, yapmadığımız şeyler için bahaneler üretip duran pasif bir katılımcı yerine hayatımızın aktif bir öznesi olmamızı gerektiriyor.
Gereksiz yere, bile isteye ertelemeyi bırakmayı öğrendiğimiz andan itibaren, hayatı da dolu dolu yaşamaya başlayacağız.
Artık hayatınızla meşgul olacağınıza ve hedeflerinize ulaşmak için çabalayıp yolun keyfini çıkaracağınıza dair kendinize bir söz vermenin zamanı.
Bu listedeki görevleri veya hedefleri savsakladığınızda ruh haliniz,
sağlığınız,
ekonomik durumunuz,
ilişkileriniz ve benzeri parametreler bakımından nasıl etkilendiğinizi not edin. görmenizi umduğum şey, savsaklamanın size ne çok şey kaybettirdiğidir.
Ataletin, yani önünüze koyduğunuz hedefin ardında öylece durup beklemenin nelere mal olduğunun farkında olmak ile o hedefin kendisine dört elle sarılmak aynı şey değil.
Hedefe bağlılığı güçlendirmek için, gereksiz yere ertelemenin nelere mal olduğundan da öte, hemen şimdi harekete geçmenin sağlayacağı faydaların bilincine varmak gerekiyor.
Hatta yapılması gereken bir işi aradan çıkarmanın kısa vadede sağlayacağı fayda üzerine biraz durup düşünmek bile kendi başına önemli bir adım.
Son olarak, bir şeyin bilgisine vakıf olmak ile o şeyi kendi hayatımızda uygulamaya geçirmek birbirinden farklı iki şeydir.
Bunun için verilebilecek tipik örnek, kalp rahatsızlığı türünden ciddi bir hastalığın teşhisinden sonra kişinin sağlığına dikkat etmek üzere koyduğu hedeflere dört elle sarılmasıdır.
[Savsaklamaya giden yolun taşlarını, bize kendimizi iyi hissettiren şeyler döşer. ]
Martin, bu sabah rapor üzerinde çalışmaya başlayacaktı. Buna dün karar vermişti ve ertesi güne kadar bu korkunç işle uğraşmayacağı için kendini iyi hissetmişti. Şimdi yerine getirmesi gereken bu görevle yüz yüze ve kendini çok kötü hissediyor. Endişeli ve biçare bir vaziyette.
Savsaklama davranışı, öz düzenleme konusundaki başarısızlığın bir biçimidir. Öz düzenleme konusundaki başarısızlığın kalbinde kendini iyi hissetme zaafının yattığının farkında olmak ve değişim stratejileri geliştirmek de aynı ölçüde önem taşıyor.
Öz düzenleme konusundaki başarısızlığın kalbinde kendini iyi hissetme zaafının yattığının farkında olmak ve değişim stratejileri geliştirmek de aynı ölçüde önem taşıyor.
Başaramadığımız şey, davranışlarımızı kendi hedeflerimize uygun olarak düzenlemektir. Harekete geçmeye niyetleniriz, fakat zamanı gelince harekete geçmek için gerekli otokontrolü sağlamayız.
fakat bütün bunlardan ayırt edilmesi gereken en önemli şey, "bize kendimizi iyi hissettiren şeylerin cazibesine kapılıyor oluşumuz"
Genel olarak bunu görevin iticiliği olarak adlandırıyoruz. İtici görevler hepimizin sonraya bırakmak isteyeceği türden şeylerdir; bize kendimizi kötü hissettirirler ve bu görevleri yerine getirmek istemeyiz.
Kısa vadede morali yükseltmenin hemen her şeyden öncelikli hale gelişi, kronik savsaklar açısından kilit meseledir. Kronik savsaklar olumsuz ruh halinden veya duygulardan hemen, bir an önce kurtulmak isterler ve böylece iyi hissetmenin cazibesine kapılırlar.
Görevi bir başka zamana erteleme yönündeki itkiye teslim olan kronik savsaklar, görevle yüz yüze değilken kendilerini daha iyi hissetmeye başlarlar.
Eğer kronik bir biçimde savsakladığınızı keşfettiyseniz, yapmanız gerekenleri bir başka zamana erteleyerek pekala olumsuz hislerden kaçıyor olabileceğinizi de keşfetmişsinizdir. Elbette bu geçici bir ödüllendirmedir. Görevi yarına bıraktığımız an olumsuz hislerden kurtulup rahatlarız.
Ve lisedeki psikoloji dersinden de hatırlayabileceğiniz gibi, ödüllendirilen davranışlar tekrarlanırlar. Kendi savsaklama davranışımızı da işte bu şekilde pekiştirerek başlı başına bir sorun haline getiririz.
Öz düzenleme konusundaki başarısızlığın kalbinde kendini iyi hissetme zaafının yattığının farkında olmak ve değişim stratejileri geliştirmek de aynı ölçüde önem taşıyor.
"En iyisi bunu sonra yapayım," veya "İçimden bunu bugün yapmak gelmiyor," demeye meyilli olduğumuz bir görevle karşı karşıya olduğumuzda, bir an için durup bunları hali hazırda hissettiğimiz olumsuz duygulardan kaçmak için söylediğimizin farkına varmamız gerekiyor.
Her şeyden önce, bu görevin bize kendimizi kötü hissettirdiğinin ve yapmaya çalıştığımız şeyin bu hislerden uzaklaşmak olduğunun farkına vararak bu bilgiyi aklımızın bir köşesinde tutmamız gerekiyor.
Savsaklayan insanların büyük bir bölümü, yerine getirmeleri gereken bazı görevlerin onlara kendilerini kötü hissettirdiğinin ve bu türden görevleri tam da bu hislerden kaçınmak için savsakladıklarının farkına varacak kadar kendi duygularından haberdarlar.
Duygularını düzenleme becerisi edinmeleri veya hiç olmazsa sonunda iyi hissetmenin cazibesine kapılacakları o en kolay yolu seçmeme konusunda biraz kararlılık göstermeleri gerekiyor.
Esasen yapmamız gereken şey, yerine getirilmesi gereken herhangi bir iş veya görevle ilgili olumsuz duygularımızla yüzleşmek.
"Kendini iyi hissetmenin cazibesine kapılma, yapman gereken iş neyse hemen başla."
Diyelim ki yaklaşan bir işle ilgili kendimizi kötü hissediyoruz. Kirişi kırıp bize kendimizi iyi hissettirecek şeylere dalıp gitmek çok daha cazip görünüyor. Fakat mesele tam da bu: Savsaklama anında yapılması gereken ilk şey, yerinizden kıpırdamadan öylece durmaktır. Eğer size kendinizi iyi hissettirecek bir şeyler yapmak üzere dikkatinizin yönünü değiştirirseniz, geçmiş olsun, kaybettiniz.
EGER yapmam gereken işle ilgili hislerim olumsuz yöndeyse, O HALDE öylece duracağım; işi rafa kaldırmak, başka bir zamana ertelemek veya tüymek yok.
Korkumuzu inkar etmek yerine bu korkuya rağmen "var olma cesareti"ni göstermeyi, manevi bahçemizin başka bir yerini yeşertmeyi seçersek, bir yere kıpırdamadan çalışmaya devam etme hususunda daha başarılı oluruz.
Niyetlendiğimiz şey, gelecekteki bir eyleme ilişkin oluşundan ötürü kendimizi şu an iyi hissetmekteyizdir. En azından bizi hemen şimdi harekete geçmeye zorlayan bir şey olmadığından rahatlarız.
Yarın koşuya çıkmaya niyetlenirsek eğer, sağlığımızla ilgili akıllıca bir karar aldığımız için kendimizi iyi hissederiz. Aferin bize! O anki duygusal durumumuz pozitiftir ve yarın koşuya çıkmayı düşündüğümüz vakit gelip çattığında da aynı olumlu duyguları taşıyacağımıza dair hatalı bir tahminde bulunuruz.
Daha sonra yapılacak bir şey için şu an erdemli bir hedef koymak kadar mutluluk verici bir şey yoktur. "Yarın koşuya çıkacağım." "O ödevi yarın yapacağım." "O raporu daha sonra yazarım." Şimdi mutlu ol, sonra öde (veya duruma göre hiç ödeme)
"Bunu şimdi yapmak hiç içimden gelmiyor, en iyisi yarın yapayım," diye kestirip atabiliriz ve muhtemelen ertesi gün elimizi
bile sürmeyiz.
Kendimizin en azılı düşmanı haline gelmişizdir ve kendi kendimizi nasıl kandıracağımızı dahi biliriz.
Bugünün işini yarına, yarının işini öbür güne…
[Yarın değil, bugün. Sonra değil, şimdi. Bir ara değil, hemen.]
Sonra yapayım diye işinizi ertelediğiniz o yarın, daima bir gün ötededir; hiçbir zaman bugün haline gelmez.
savsaklama [procrastination] sözcüğü de "yarına ertelemek" anlamına geliyor.
Yarın her şeyin bedava olacağı vaadinde bulunan Polonyalı kasabın müşterilerine oynadığı oyunun benzerini, "En iyisi bu işi yarına bırakayım," diye düşünen zihnimiz de bize oynar
Ertelediğimiz şey için yarın da içimizden herhangi bir şey yapmak gelmeyecek.
Virginia Üniversitesi'nden Tim Wilson'ın çalışmaları, geleceğe ilişkin tahminde bulunma işini pek beceremediğimizi ortaya koyuyor.
Hava durumu tahminleri, gelecekte nasıl bir ruh hali içinde olacağımıza ilişkin öngörülerimize nazaran (en azından kısa vadede) çok daha isabetli.
Çare bu güncülük [presentism].
Gündemimizdeki bir sorumluluk veya işle ilgili "En iyisi bunu yarın yapayım," diye düşünüp savsaklama sinyalleri vermeye başladığımızda durup şöyle düşünmemiz gerekiyor: "Yok, galiba yanlış bir öngörüde bulunuyorum. Büyük ihtimalle yarın da bunu yapasım olmayacak." Ve mutlaka şunu da ekleyelim:
"Harekete geçmem için illa yapmam gereken şeye motive olmam gerekmiyor."
Önümüze koyduğumuz hedefe giden yolda en sık düştüğümüz tuzaklardan biri budur:
Bir işi yapmak için illa canımızın istemesi gerektiğine inanırız. Böyle bir şey yok. Ve hayatımızdaki pek çok sorumluluk için geçerli olduğu gibi, bunu da canımız istemeyecek, hem de hiç! Mesele şu ki harekete geçmemiz için illa yapmamız gereken şeye motive olmamız gerekmiyor. Bir şeyi içimizden gelmese de yapabiliriz, yapabilmeliyiz.
Her ne kadar açık havada koşuya çıkmak ve bisikletle gezmek için güneşli bir günü tercih etsek de, yağmurlu havada da pekala yağmurluğumuzu giyip dışarı çıkabiliriz. Aslında bu, başarılı sporcuların her gün yaptıkları bir şey; sadece güzel havalarda antrenman yapacak halleri yok. Hava durumundan planladığımız faaliyete uygun hale gelmesini rica edemeyiz. Umduğumuz değil, içinde bulunduğumuz durumla yüzleşip yapmamız gereken şey her neyse onu yine de yapabiliriz.
Harekete geçmek için illa motive olmamızın ne gerekli ne de yeterli koşul olduğunu idrak ederek, ertelemenin üstesinden gelinebilir.
"Yarın işe koyuluyorum," diye bir karar aldığınızda ve nihayet takvimler ertesi günü gösterdiğinde, kolları sıvamaya o kadar da hevesli olmayabileceğinizi aklınızdan çıkarmayın.
iyimserlikle aldığınız bu kararın düne (veya daha önceki bir tarihe) ait olduğunu göz önüne alacak olursak, şimdi sizi bekleyen işin buz gibi soğuk gerçekliği karşısında büyük ihtimalle kendinizi umduğunuzdan daha az mutlu hissedeceksiniz (duygusal tahmin konusunda düştüğümüz yanılgı burada da işliyor).
Şimdi yapılması gereken şey, bu duygusal durumun geçici olduğunu hatırlamak ve sorumluluğunuz altındaki işe koyulmak için illa o işe motive olmak zorunda olmadığınızdan başlamak.
"En iyisi bunu şimdi değil de yarın yapayım," düşüncesine sürüklenmemize yol açan yanılgı.
Gelecekte nasıl hissedeceğimizi tahmin etmede pek başarılı değiliz. Gelecekle ilgili tahminlerimizde aşırı iyimseriz ve ertesi gün olduğunda bu iyimserliğimizin yerinde yeller esiyor.
Sorun da çözümü de çok açık: Elinizdeki işe illa motive olmanız gerektiği yönündeki yanlış fikirden kurtulun.
Amaçladığınız şey doğrultusunda planlanan şekilde davranmaya başladığınızda, tutumunuzun ve motivasyonunuzun değiştiğini siz de göreceksiniz.
"Bugün yapmak istemediğim işi yarın da yapasım olmayacak."
"Bugün yapmak istemediğim işi yarın da yapasım olmayacak."
"Bugün yapmak istemediğim işi yarın da yapasım olmayacak."
Uydurduğumuz bahaneler ve kendimize söylediğimiz yalanlar.
Bahanelerin efendisiydi. kendisine karşı sorumlulukları da dahil savuşturamayacağı, üzerinden atamayacağı hiçbir sorumluluk yoktu. İşten kaytarmak, başka bir güne bırakmak için daima bir bahanesi olurdu.
İşin teslim tarihine daha haftalar var. Birkaç saatte yaparım ben o işi.
Elbette o "başka bir gün" daima daha başka bir gün olur ve neticede bir arpa boyu ilerlemeden haftaları ve ayları devirirdi.
Temel dürtülerimizden biri olarak bize kendimizi iyi hissettirecek şeylerin cazibesine nasıl kapıldığımızı ve ertelediğimiz işi neden yarın da yapasımız olmayacağını kavramış olmamız lazım gelir.
Bazı zihin yanılgıları;
ı. Kısa vadeli ödüller karşısında uzun vadeli ödüllerin değerini azımsamak.
- 2.Yapılacak işlere gerekenden az zaman ayırmak ve belirli bir sürede kapasitemizin çok çok üzerinde iş yapabileceğimizi düşünmek.
- 3. Bugündense yarını tercih etmek.
- 4.Öz saygımızı korumak adına kendimizi sabote etmek.
- 5.Yapılması gereken bir iş ve bu işi başarıyla tamamlama becerimiz hakkında mantıkdışı fikirler yürütmek.
6. Düşünme biçimimizi davranış biçimimizle tutarlılaştıracak şekilde değiştirerek yapay mutluluklar üretmek.
Görünüşe göre beynimiz, çabucak elde edilebilecek ödülleri yeğleyecek şekilde evrimleşmiş. Bu taş devrinden kalma beyin, ileriki bir vadede bitirilip teslim edilecek işler için bugünden çalışmamızı gerektiren modern dünyamıza pek uyum sağlayamıyor.
İnsan, doğası itibariyle de fazlasıyla iyimser. Az zamanda çok iş halledebileceğimizi zannediyoruz ve işleri normalde tamamlanabilecek süreden daha kısa sürede bitirebileceğimizi düşünüyoruz.
Bir kimsenin kendisi için yarattığı bahaneler, esasında o kişinin kendini sabote etmesidir.
Diyelim biriyle ıoo metre yarışı yapacaksınız ve koşuya ayakkabılarınıza ağırlık bağlayarak, yani handikaplı giriyorsunuz.
Yapılması gereken bir iş üzerinde çalışmayı son ana dek erteledikçe bir biçimde kendimizi sabote etmeye imkan yaratmış oluruz.
Son ana bırakılan bir iş doğru düzgün yapılmasa bile hoş görülebilir, çünkü kısacık bir zaman dilimi içinde halledilmeye çalışılmıştır. Ve elbette ortaya gayet iyi bir iş çıkarsa, bu da kişiye yaptığı işle övünme şansı verir.
Kronik savsaklar, benlikleriyle ilgili herhangi bir yorum veya geri dönüş almaktan mümkün mertebe kaçınırlar.
Cuma günü teslim edilmesi gereken bir iş olduğunu düşünün. Şimdi pazartesi sabahındayız. Pazartesidense bu işe salı günü başlamak daha tercih edilebilir görünüyor. Başka bir deyişle, salı gününün tercih edilebilirliği, pazartesi gününe nazaran daha yüksek. Salı oluyor. Eh, salıdansa bu işe çarşamba günü başlamak daha tercih edilebilir görünüyor. Çarşamba oluyor. Yine, çarşamba yerine perşembe günü bu iş üzerinde çalışmak daha tercih edilebilir görünüyor. Buraya kadar bir sorun yok; bunlar geçişli bağıntılar. Ardından perşembe oluyor. Hoppala! Şimdi de bu işe pazartesi günü başlamış olmanın daha tercih edilebilir olduğuna kanaat getiriyoruz.
Ertesi gün, bir zamanlar sandığımız kadar tercih edilebilir olmaktan çıkıveriyor.
Mükemmel olmamız gerektiği fikrine kapılabilir ya da kariyer başarımızın benlik değerimizi belirleyen yegane şey olduğunu zannedebiliriz. İşte bütün bunlar mantık dışı fikirlere verilebilecek yaygın ve sorunlu örneklerdendir. Bizi büyük bir karamsarlığa ve bir şeylere girişmemek için bahaneler uydurmaya itebilirler.
Örneğin herhangi bir işi kusursuzca yerine getiremeyeceğimizden korkuyorsak ve benlik değerimizi sergileyeceğimiz performansın mükemmel olup olmaması belirleyecekse eğer, öz saygımızı korumak adına muhtemelen bu işten kaçınırız ve böylece savsaklamaya başlarız.
Bir eylemde bulunmaya niyetlendiğimizde, ulaşmak için harekete geçmeyi tasarladığımız bir hedefimiz olduğunda, fakat yine de kılımızı kıpırdatmadığımızda (yani sonunda keyfimizin kaçacağını bile bile, isteyerek ve bir hayli mantıksızca ertelemeyi tercih ettiğimizde) bu uyumsuzluğu yaşarız. Savsaklama davranışı yüzünden ödediğimiz bedel lerden biri de işte bu durumun yol açtığı huzursuzluktur.
Bu yaptığım savsaklama değil ki," veya "Bu projeye başlayabilmem için önce daha fazla bilgiye ihtiyacım var," gibi şeyler söyleriz.
Bu da, davranış değişikliğine gitmenin çaba gerektirmesine ve genellikle uyumsuzluğu hafifletmenin en konforlu yolu olmamasına rağmen savsaklayıp durmak yerine nihayet eyleme geçmemiz anlamına gelir.
Bütün bunlar savunma mekanizmalarımızın birer parçası.
Bunun sebebi büyük ihtimalle elimizdeki işe motive olmamız gerektiği yönündeki yanlış inancımız. Sorumluluğumuz altındaki bir işi yapmak içimizden gelmediğinde bir kenara bırakıveriyoruz; ta ki işi yapmamızı gerektiren dışsal zaman baskısı bizi eyleme geçmeye sevk edene dek (ve çoğunlukla öyle gecikmiş oluyoruz ki her bakımdan zayıf bir iş çıkarıyoruz).
Bir yandan gelecekle ilgili aşırı derecede iyimser olmaya ve daha uzun vadeli hedeflerin önemini azımsamaya meyilliyiz.
Diğer yandan, kolları sıvayıp işe girişmeye sıra geldiğinde bugündense yarını tercih edip kendimizi iyi hissetmek adına çalışmayışımıza bahaneler uyduruyoruz.
EGER "En iyisi bunu yarın yapayım," türünden bir şey dersem, kendi KENDİMİ KANDIRIYORUMDUR. O HALDE hemen yapmam gereken işe koyulacağım.
Başlamanın gücü.
[Hemen başla.]
Bana itici gelen, basbayağı yapmak istemediğim, sıkıcı veya meşakkatli bulduğum veyahut altından kalkıp kalkamayacağımdan emin olmadığım bir işle ne zaman karşılaşsam, içimden kaçıp gitmek geliyor ve yapmak istediğim tek şey kaytarmak oluyor.
Kendimi şöyle şeyler söylerken buluyorum: "En iyisi başka zaman yapayım bunu."
Bu söz benim için bir bayrak, işten kaytarmak üzere olduğumu fark etmemi sağlayan bir uyarı işareti işlevi görüyor. İşte tam bu uyarı işaretini gördüğüm anda hemen işe koyulmam gerektiğini anlıyorum ve elimdeki işle ilgili yapılması gereken her neyse hemen ona başlıyorum.
Bir kere başlamaya görelim, elimizdeki işin aslında zannettiğimiz kadar berbat olmadığını hemen anlarız; bunun istisnası pek azdır.
Başlamak, elimizdeki işe yönelik algımızı değiştiriyor. Üstelik bu kadarla da kalmıyor; bir kere başladıktan sonra benlik algımız da önemli ölçüde değişebiliyor.
"Şu an ne yapıyorsunuz?" "Şu an yapıyor olmanız gereken başka bir iş var mı?" "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" "Neler düşünüyorsunuz?"
Davranışlarımız (işi yapmamak) ile kendimizden beklentilerimiz ("Şu an bu işi yapıyor olmam lazım") arasındaki uyumsuzluğu bu şekilde mantığa bürümüş oluyoruz.
Elbette haftanın daha sonraki günlerinde katılımcılardan hiçbirinin durup dururken "En iyisi şu [kaçındığım] işi bugün yapayım," veya "Son geceye bıraktığım iyi oldu, bu şekilde daha iyi çalışıyorum," türünden şeyler söylediğine şahit olmadık.
Korkutucu görünen, imtina edilen hali hazırdaki işe dair pazartesi günkü algı, çok stresli, zor ve mutsuzluk verici olduğu yönündeydi. Perşembe günü (veya cuma sabah erken saatlerde) bütün hafta uzak durdukları işle fiilen uğraşmaya başladıktan sonra katılımcıların algıları da değişti. İşin stresi, zorluğu ve sevimsizliğini değerlendirmek amacıyla verdikleri puanlar belirgin biçimde düştü.
Bir kere başlamaya görelim, elimizdeki işin aslında zannettiğimiz kadar berbat olmadığını hemen anlıyoruz.
Bir kere başladıktan sonra yalnızca elimizdeki işe atfettiğimiz nitelikler değil, kendimize atfettiklerimiz de değişir.
Birincisi, yukarıda da özetlendiği gibi, daha evvel uzak durduğumuz iş, bir kere başlandıktan sonra artık eskisi kadar itici gelmemeye başlar. İkincisi, işi bitirmemiş olsak da bir şeyler yapmışızdır ve ertesi gün kendimize atfettiğimiz nitelikler eskisi kadar olumsuz olmayacaktır. Kendimizi daha özgüvenli ve iyimser hissederiz. Bir parça ivme kazandığımızdan bile bahsedebiliriz.
Kendimizi daha özgüvenli ve iyimser hissederiz.
Önümüze koyduğumuz hedeflerle ilgili ilerleme kaydetmemizin önemli değişikliklere yol açtığını ortaya koyuyor.
Hedeflerimiz doğrultusunda ilerlemek, bizi daha mutlu kılarak, hayattan daha fazla keyif almamızı sağlıyor.
Önümüze koyduğumuz hedeflerde az da olsa ilerleme kaydedip "kendimizi gaza getirdiğimizde'', öznel mutluluk düzeyimizin yükseldiğini ve bu durumun başladığımız eylemi sürdürmemiz ve ilerlememiz için bizi teşvik ettiğini çok net görebiliriz.
Bu türden düşüncelere kapıldığınızı fark ettiğiniz anları, elinizdeki işi sebepsiz yere ertelemek üzere olduğunuzu size bildiren birer bayrak veya işaret veya uyaran olarak kodlayın ve hemen başlamanız için bir uyarıcıya dönüştürün.
Söylediğimiz şey şu meşhur Nike sloganı "Just do it!" [Yap gitsin!] değil; biz hemen şimdi başlayın diyoruz.
Meseleye "hemen yapma" perspektifinden bakarsak, önümüzde bizi bekleyen onca işin ağırlığı altında ezilme riskiyle karşı karşıya kalırız.
Eğer yalnızca o ilk adımı atarsak, her şey çok daha kolay hale gelir.
Gün boyu aynı işe defalarca kez yeniden başlamak zorunda kaldığınızı ve bunu da bir tür strateji haline getirdiğinizi keşfetmeniz de mümkün.
Bu, elbette savsaklama alışkanlığının kesin ve nihai çözümü değil, fakat bu yolda atılmış ilk büyük ve kritik adım olduğuna da şüphe yok. Eskilerin de dediği gibi, başlamak bitirmenin yarısıdır.
Sorununuzun zaten tam olarak bu olduğundan, yani elinizdeki işe bir türlü başlayamadığınızdan yakınıp bu stratejinin işe yaramayacağını öne sürmek sizi kurtarmaz, çünkü aslında durum pek de öyle değil.
Siz bir türlü başlayamadığınızı zannediyorsunuz, çünkü muhtemelen (olumsuz) duygularınıza odaklanıyor, elinizdeki işin bütününü göz önüne alıp "başlamak" yerine "bitirmek" üzerine kafa yoruyorsunuz. Oysa çözüm, işin başlayabileceğiniz bir yerini bulmakta yatıyor.
Önünüzde duran işi basitleştirebildiğiniz kadar basitleştirin ve bir de mümkün olduğunca somut hale getirin.
Hedeflerimiz üzerine soyut düzeyde kafa yormak, bizi bu hedeflerin o kadar da acil veya kaçınılmaz olmadığına inandırıyor.
Başka bir deyişle, elinizde daha somut planlar olursa bir an evvel başlamanız da kolaylaşacaktır.
Bu da akademik dünyadan bir örnek olsun: Diyelim ki yazıp teslim etmeniz gereken bir metin var, mesela bir dönem ödevi. Bilgisayarın başına geçmiş, tek kelime yazmadan boş bir Word sayfasına öylece bakıyorsunuz. Bu esnada olacaklarsa şunlardır: Önce içinizdeki kaygı gitgide büyür ve kısa bir süre sonra size kendinizi iyi hissettirecek bir şeyle uğraşmak daha cazip gelir ve en sonunda bir günü daha çalışma masasından uzakta geçirmeye karar verirsiniz ve böylece içinizdeki suçluluk duygusu çığ gibi büyümeye devam eder.
O halde, boş bir Word sayfasına gözünüzü dikip bakmak yerine yazmaya başlayın. Önce bir başlık sayfası oluşturun. Adınızı yazın. Eğer belliyse yazının başlığını yazın veya hiç olmadı geçici bir başlık koyun. Eğer yazmaya başlamak için kendinizi hala hazır hissetmiyorsanız, kaynakça sayfasını düzenlemeye koyulun. Neler yazabileceğinize dair fikirlerinizi not etmeye başlayın. Cümleler halinde yazmak zorunda değilsiniz, sadece aklınıza gelen sözcükleri not alabilirsiniz de, ama içinizden geliyorsa cümle de kurabilirsiniz tabii. Artık sorumlu olduğunuz işle ilgili fiilen çalışmaya başlamış durumdasınız ve zaten bütün mesele de bu. Elinizde henüz sadece bir taslak var, ama zaten her şey en başta basit bir taslaktan ibaret değil midir? Marangozlar ahşaptan evlerin çerçevesini çatarlar ilkin. Heykeltıraşlar kaba yüzeyleri yontup şekil vererek daha düz yüzeyler elde ederler. Çiftçiler pullukla sürüp yardıkları bakir tarlaları ekime hazır hale getirirler.
Bir ürüne son halini verebilmek için daima bir yerinden tutup çalışmaya başlarız.
Lao Tzu'nun da bilgece ifade ettiği gibi: "Binlerce kilometrelik bir yolculuk bile tek bir adımla başlar." İşte o ilk adımı atın, hemen işe koyulun. Her şeyi değiştirme gücüne sahip bir adımdır bu.
Bu ilk adımı atmaya hazır değilseniz; her gün, günde belki birkaç kez yeniden çalışmaya başlamaya gönüllü değilseniz eğer, demek ki henüz değişim iradesine sahip değilsiniz, bu yüzden de söyleyeceğim hiçbir şeyin öz değişiminize [self-change] bir yararı olmayacaktır.
Bütün bu meselenin eninde sonunda gelip dayanacağı nokta her zaman işe koyulduğunuz, yapmıyorken yapmak üzere harekete geçtiğiniz o kritik an olacak. Yerine getirmekten kaçındığımız görevler söz konusu olduğunda zor ama muhteşem bir andır bu. Hemen başlamaya koyulmak.
Bunda yadırganacak bir şey yok, belki de katıksız rasyonel tavır sizin kitabınızda yazmıyordur, fakat yine de bir yerden başlayabilirsiniz. Bir görev seçin, herhangi bir görev olsun yeter. Belki bir müddet biraz yalpalayabilirsiniz, fakat bir kez işe koyulduktan sonra en azından yönünüzü bulacaksınız. Hiç başlamazsanız, tıkanıp kalmayı garantilemiş olursunuz. Bu yaklaşımı, önünüze koyduğunuz hemen hemen tüm hedeflere veya yapmanız gereken her işe uygulayabilirsiniz.
Unutmayın: Bu listeyi elinizdeki işe başlamak amacıyla yaptınız.
O halde hemen başlayın.
Hans, artık hiçbir işini savsaklamayacağına dair kesin bir karar almıştı. Üzerinde çalışması gereken rapordan her zaman olduğu gibi bugün de kaçmak yerine erkenden oturup çalışmaya başladı. Hissettiği ferahlama ilkin onu da şaşırttı, hatta kat ettiği mesafeye bakıp iyimserliğe bile kapıldı.
Hans nihayet bu raporu yazmaya başladığı için başta kendini çok iyi hissetti. Uzun süredir yapmamakta direttiğimiz bir işe koyulduğumuz zaman hepimiz en azından rahatladığımızı hissetmez miyiz?
Haddinden fazla savsaklama eğilimi gösteriyorsanız eğer, sizin kalıplaşmış tepkiniz de bir yolunu bulup elinizdeki işten kaytarmak olacaktır.
[irade, kısıtlı bir kaynaktır; idareli kullanmak gerek.]
Bize kendimizi iyi hissettirecek şeylerin cazibesine kapılarak çaba göstermekten vazgeçmemiz kuvvetle muhtemel.
Tam da, "En iyisi bunu yarın yapayım," dediğimiz an durup derin bir nefes almalı ve bu işi neden bugün yapmaya niyetlendiğimizi düşünmeliyiz.
daha fazla devam edemeyeceğimize" inandırmamız, kendimize yapacağımız en büyük kötülük olabilir.
"İrade, kasa benzer"
Bir diğer mesele de günün sonuna doğru sergilenen öz düzenleme çabasının daha az etkili oluşudur.
Mümkün olduğunca stratejik davranın ve günün sonunda göstereceğiniz sağlam iradeye bel bağlamayın.
Bir kere başlasaydı, ihtiyaç duyduğu motivasyona ve enerjiye sahip olduğunun farkına varacaktı.
David'se kendisiyle ilgili yüksek standartlara sahip ve oldukça özeleştirel biri; çıtayı hep daha yükseğe koyuyor. Ne zaman bir şeye başlasa, "Bundan daha iyisini yapabilirdin," diyen ebeveynlerinin sesini zihninde duyar gibi oluyor. Halledilmesi gereken bir meseleyle yüz yüzeyken harekete geçme konusunda pek de istekli olmuyor.
David'i de mükemmeliyetçi bir adam olarak nitelendirmek mümkün.
Savsaklama davranışının kişilik özellikleriyle yakından alakalı olduğu, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuş durumda.
Bazı insanlar savsaklamaya yatkındır ve kişilik özelliklerinin de bu yatkınlıkta payı vardır.
Bu durum, eldeki işin vaktin de halledilmesine yönelik dışarıdan büyük bir baskı gelmediğinde bilhassa geçerli hale gelir.
Toplumsal beklentilerin şekillendirdiği mükemmeliyetçilik; zira savsaklama davranışıyla en yakından ilişkili mükemmeliyetçilik türü bu.
Kusursuz olması gerektiği yönünde dışsal bir baskı hisseder ve başkalarının onu daima eleştirel bir gözle değerlendirdiğine inanır.
Zaten savsaklama alışkanlığı da kendi kendimizi kandırma konusundaki yeteneklerimizden beslenir. Hemen her türden lüzumsuz erteleme için bahanemiz her daim hazırdır.
Savsaklama davranışımızın temelinde başarısız olma korkusu da yatıyor olabilir pekala.
Belki de her şeyden önemlisi, kişilik özelliklerinin mazeret olamayacağını idrak etmek. Aslında sınırlarımızı ve kapasitemizi öğrenip üzerine gittikçe en güçlü yanlarımızı ortaya çıkarmamız da mümkün.
Belli bir zaman diliminde tek bir işe odaklandığımızda daha iyi sonuçlar elde ediyoruz.
Bize kendimizi iyi hissettiren şeylerin cazibesine kapılmak. Savsaklama bilmecesinin en büyük parçalarından biri işte budur.
İnternet de bize kısa süreli fakat yanıltıcı nitelikte o kadar çok ödül sunuyor ki bize kendimizi hemen şimdi iyi hissettirecek bu ilgi çekici ve dikkat dağıtıcı şeylerin cazibesine direnemiyoruz.
Bize kendimizi iyi hissettiren şeylerin cazibesine kapılmak.
Canımızı sıkan işi yarım bırakıp bir anda keyfimizi yerine getirecek şeylere erişmek için sadece bir iki tuşa basmamız yeterli. Eğer yaptığınız şeyin tam da bu olduğunun farkına vardıysanız, o halde gerçekten değişmeye başlamışsınız demektir.
Sorunları da aynı hızda çözebilmek ne yazık ki mümkün değil.
Savsaklama gibi yerleşik alışkanlıkları değiştirmek, neredeyse deveye hendek atlatmaktan farksız ve yeni davranış biçimleri, yeni alışkanlıklar kazanmak da oldukça zor bir iş.
Bizi savsaklamaya götüreceğinden emin olduğumuz o eski patikanın yollarını tekrar tekrar aşındırmaktan kurtulabiliriz.
Örneğin biz insanlar;
Kendimizi hemen şimdi iyi hissetmek isteriz,
Uzun vadede elimize geçecek ödüllerin değerini azımsarız,
Plan yaparken çabucak iyimserliğe kapılırız ve gerçekleri görmezden gelmeye çalışırız,
Eylemlerimizle kanaatlerimiz arasındaki uyumsuzluğa asla katlanamayız ve derhal bahaneler uydurarak çelişkiyi çözeriz.
Kısıtlı bir irade gücüne sahibiz,
Dağınık ve disiplinsiz olabiliriz,
Değişim karşısında büyük bir direnç gösterebiliriz,
Dikkatimiz çabucak dağılabilir ve
Kendimizden beklentilerimizi mantık dışı ölçüde abartabiliriz.
İkincisi, bu sorunları akşamdan sabaha çözmeniz mümkün değil. Sık sık vurguladığım gibi, en önemlisi bir stratejiye sahip olmaktır ve kendinizi değiştirmeye yönelik yaklaşımınızda da bir stratejiye ihtiyacınız var.
Üçüncüsü, öz değişim süreci dolambaçlı bir yoldur. Bazı günler hakikaten muazzam bir ilerleme kaydettiğimizi hissederiz, fakat ertesi gün bir bakarız ki başladığımız yere geri dönmüşüz.
Sorumluluklarını savsakladığı için bir şekilde kendini bağışlayabilen bireyler, bilahare görevlerini daha az savsaklar hale geliyorlar.
Sonunda bizi başka bir insana dönüştürecek bu uzun değişim yolunda böylesi küskünlükler yaşadığımız zaman kendimizi bağışlamak için hazırlıklı olmalıyız ki bu sayede yeni baştan denemeyi göze alabilelim.
Hiç kuşku yok ki defalarca yeniden denemek zorunda kalacağız. Daha önce de belirttiğim gibi, kitap boyunca sunduğum önerilerin en basitlerinden biri olan "hemen
başla" stratejisini dahi gün içinde defalarca kez kendinize hatırlatmanız gerekebilir. Başlayın, olmadı yeniden başlayın.
Başarıyı ancak bu çaba sağlar. Alacağınız sonuç, sarf ettiğiniz çabaya da, başlayıp bitirmeniz gereken işleri neden savsakladığınız üzerine düşünürken harcadığınız vakte de değecektir
Daha fazla bilgi edinmek isteyenlere yönelik bu kaynakları biraz çekinceyle öneriyorum. Bir konu hakkında okunabilecek kaynakların sonu yoktur ve artık gayet iyi bildiğiniz üzere savsaklama alışkanlığını sorun haline getiren şey de sorumluluklardan kaçmak için daima bir bahane bulabiliyor olmamızdır. Aynı şey burada da geçerli: Savsaklamayla ilgili daha fazla şey okuyup araştırayım derken bu çabanızı sorumluluklarınızdan kaçmak ve savsaklama batağına iyice saplanmak için kullanmanız pekala mümkün!
Aklınızda okumalara gömülmek gibi bir şey varsa eğer, savsaklama alışkanlığını hayatımızdan çıkarmanın uygulamadan ve eylemden geçtiğini; bu yolda gerçekçi, makul ve mantıklı bir şekilde atmanız gereken adımlar olduğunu hatırlamanız gerekir.
Ayrıca, şunu da ilave etmek isterim ki değişim yalnızca okumakla mümkün olabilecek bir şey değildir, eyleme geçmeniz gerekir. Bu ikisini üst üste koyduğunuzda siz de göreceksiniz ki işin uygulama boyutu okumalara gömülmek değil, doğrudan eyleme geçmektir.
Size kendinizi iyi hissettiren şeylerin cazibesine ne denli çabuk kapılabileceğinizin farkındasınız ve bu yüzden de buna direnmeye hazırsınız. Ve her
yolculuğun en önemli adımının ilk adım olduğunu artık biliyorsunuz.
Hemen şimdi başlamanın, işe koyulmanın vakti geldi. Hayatınızda fark yaratacak şeyin bu olduğuna eminim.